Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

Ah şu erken ölümler..!

“Ölümün yüzü soğuktur” derler! 

“Külli nefsin zaigatül mevt” her nefis ölümü tadacaktır, diye buyuruyor Allah! 

İnsanlığın çare bulamadığı ve bulamayacağı tek gerçek! 

Ölümün yüzü soğuk olsa da, ölen ölümüyle arkada kalanları yakar! 

Tüm bunların ötesinde de ölümün ne zaman geleceği bilinmez bir sırdır ve o zamanı da yalnız ve yalnız Yaratan uhdesinde saklamıştır! 

Ölüm şekli ise,  bir vesile olmanın ötesine geçemez. 

Rahmetli anamın sözü geldi aklıma, “Apartman çatısından düşer ölmezsin de bir zeytin tanesi yerken ölürsün”! 

Ne zaman geleceği bilinmediği için de, hem hiç ölmeyecek gibi  hem de her an ölecekmiş gibi  dengede götürmelidir  hayatını insan. İster hamal olsun, ister alim, ister kral bu dengeyi tutturabildiği kadar arkasında bir hikaye bırakır insan. 

Aslolan, işte bu hikayenin anlamıdır! 

Belki de beden öldükten sonra, arkada adının anılmamasıdır gerçek ölüm! 

Hülasa, aslolan ölenin arkasında bıraktığı hikayedir! 

Bugün 10 Kasım! 

Budan tam 81 yıl önce bugün, saat  09:05’te bir fani ebediyete göçtü! 

Arkasında da bir hikaye bıraktı, o hikayenin başlığı ise Atatürk! 

Her şey bu başlığın anlamında gizli ve  arkada kalanlar 81 yıldır bu başlıktan kendince anlamlar çıkardılar! 

Kimi sövdü, kimi övdü kimi de her türlü icraatına sebep kıldı! 

Lakin, kim nasıl anlamış, çıkardığı anlamı hangi icraatına sebep yapmış olursa olsun, gerçek hikaye acı ya da tatlı tecrübelerle kendini her daim göstermiştir! 

Alın, 15 Temmuz başarısız işgal girişimini...! 

Açın, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni, “İstiklâl ve cumhuriyetine kasdedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.”! 

Pes dedirtmiyor mu, bütün bunlar insana? 

Misakı Milli sınırları,  Sadabat ve Balkan Paktları ve bugünkü yaşadıklarımız..! 

Tam da burada, bendenizin de yeni öğrendiği Atatürk’ün bir sözünü yazmak isterim, “Benim üç babam vardır, birisi biyolojik babam Ali Rıza Efendi, diğeri Namık Kemal (Hürriyet şairimiz) ve Ziya Gökalp! 

Atatürk’ün arkasında bıraktığı hikayeye bakınca, bu sözünün doğruluğu ya da yanlışlığını araştırma ihtiyacı duymuyor insan! 

Namık Kemal, 48 yaşında sürgünde Rodos adasında ölüyor (2 Aralık 1888), Atatürk henüz 7 yaşında  ama Namık Kemal’e babam diyecek kadar tanıyor onu! 

Ziya Gökalp’te 48 yaşında ölüyor (25 Ekim 1924)! 

Ve 81 yol önce bugün 10 Kasım 1938’de Atatürk, 57 yaşında ölüyor! 

İçinizden geçenler benim de içimden geçiyor, “Ne kadar erken ölümler”! 

İnsan ister istemez şu soruyu soruyor, “Öldüler mi, yoksa...?”! 

Bu soruyu sormamıza bir başka soru sebep oluyor, “Biraz daha yaşasalardı acaba neler olurdu?”. 

Ah, şu  erken ölümler...!