Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

Aralık ağır geçmeye başladı!

Düşünüyorum da son on yıla kadar Aralık ayı, benim için sadece on iki aydan herhangi biriydi!
Hele hele, ömrümün ilk 18 senesinin soğuğu ve karından öte hatırlatıcı bir özelliği yoktur, desem yeridir!
Ne zaman ki, on sekizimden sonra yüksek tahsil için İzmir’e gittim, arkadaşlarımın aldığı hediyelerle 20 Aralık doğumlu olduğumun farkına vardım!
Ailemde, köylük yerde hiç doğum günü kutlayanı görmemiş, duymamıştım.
Her Anadolu evladı gibi on sekizine kadar reşit olmadığım için de, tüm resmî işlemleri benim adıma babam yapıyordu. İnsan on sekizinden sonra özellikle de ailesinden ayrılınca, ne olduğunu, kim olduğunu fark etmeye başlıyormuş!
İlk aşıklık maşukluk döneminde, maşukunun doğum günü telaşından, seninki zaten arada kaynayıp gidiyor, sonrasında çoluk çocuk derken yine kaynama süreci...
Derken bir de bendeniz gibi torun sahibi oldunuz mu artık, eşin, çocukların, torunun doğum günlerini bir yerlere not almaya başlıyorsun, çünkü birinden birinin doğum gününü unutman demek, suçların en büyüğü demek ve bu suçu affettirmek de sana çok pahalıya mal olabilir!
Ne zaman ki on yıl  önce merhum Mehmet Akif Ersoy’un hayatını sahneye aktardım, bir Bolu turnesinde selamlama seremonisinde sahneye pasta geldi ve gelen pastanın üzerinde merhum Akif’in ve bendenizin resmî vardı, işte o gün merhum Akif ile aynı gün doğduğumu öğrendim! İtiraf edeyim ki, merhum Akif’le aynı gün doğmuş olmaktan da hafiften ayrıcalık hissetmedim değil!
Geçen on yılda yine duruma alışmıştım ki, bu yıl 20 Aralık’ta Ankara Keçiören Necip Fazıl Kısakürek Tiyatro  Salonu’nda, “Gitme Ey Yolcu” oyunumun seremonisinde belediye Başkanımız Sayın Turgut ALTINOK Bey’in sürpriziyle karşılaştım!
Sahneye gelen pastanın üzerinde merhum Akif dedemizin ve bendenizin resmî vardı!
Salondan ayrılıp otele geldiğimde bir merhum Akif’i, bir kendimi düşündüm, zaman içerisinde kendi yaşadıklarım ve merhum Akif’in yaşadıkları geçti gözlerimin önünden!
“Acaba Akif doğum günü kutladı mı, merhuma da birileri böyle sürprizler yaptı mı?” diye geçirdim aklımdan!
Sanmıyorum!
Dert dolu koskoca Osmanlı coğrafyası ve bir uçtan bir uca koşuşturan Akif..!
Fakirlik, yokluk diz boyu...
O fakirliğin yokluğun içerisinde, sırtına giyecek paltosu olmadığı halde, İstiklal Marşı’nı yazması karşılığında hak ettiği hatrı sayılır miktarda parayı, dul kadınların ve genç kızların meslek öğrenmesi için açılan okula bağışlayan Akif!
20 Aralık 1873 yılında İstanbul Fatih Sarıgüzel Mahallesi’nde doğup, 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul Beyoğlu İstiklal Caddesi Mısır Apartmanı’nda saat 19:45’te ebediyete göçen Akif!
Ve büyük oğlu (Emin) İstanbul Karaköy’de bir çöp bidonunun dibinde ölü bulunan Akif!
Emin, sadece İstiklâl Marşı’nın telifini alsaydı nasıl yaşardı, acaba?
Zaman hızlı akıyor...
Zaman içinde hızlanan hayatın hızlı akışındayız..!
Ankara’dan bindiğim uçaktan Trabzon’da indim, kiraladığım arabayla Rize’ye geçerken mola verdiğim bir haşlamacı da yazıyorum bu yazımı.
Bugünkü Türkiye farklı hız ve değişimlerde...
Bundan 105  yıl önce bugün, 22 Aralık 1914 Sarıkamış Harekatı’nın  başlangıcıymış, neler yaşanmış neler, zaman geride bıraktıklarıyla ölçülebiliyormuş meğer!
Çantama el attım elime, Sivas Valiliği tarafından hediye edilen, geçenlerde size bahsettiğim kitap geçti, “Milli Mücadelede Sivas 108 Gün”, kitabın bir yerinde geçen, “Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti aktif üyelerinden Emekli Binbaşı Süleyman Bey’in verdiği 900 lira ile ihtiyaçlar giderildikten sonra yola çakabildiler” cümlesi dikkatimi çekmiş, işaretlemişim!
Süleyman Bey’in şu sözlerine dikkat lütfen, “Çocuklar benim tasarruf edilmiş 900 liram var. Ben 60 yaşını geçmiş bir adamım. Allah’ın rızasından , milletin selametinden başka dileğim yok. Ben bu parayı size veririm. Bu parayı verdiğimi ne paşa ne bir başkası bilmeyecek . İlerde Müdafaa-i  Hukuk’un parası olursa verirsiniz . Olmazsa helal olsun. Ben devletin verdiği emekli aylığıyla geçinir giderim “!
Yazının burasında boğazım düğümlendi bir bardak çay istemek için kafamı kaldırdım, televizyonda zengin zevatımızdan aynı zamanda da eski CHP vekilimiz Sinan Aygün ile CHP’li Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş arasında yaşanan rüşvet kavgası haberiyle karşılaştım!
Varın, dünü bugünü, dünkü insanı bugünkü insanı, bizi sizi şöyle bir düşünün, derim!
Laf aramızda, aralık artık ağır geçmeye başladı!