Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

Ben artık bu şehri sevmiyorum! 

Bazen ne hissettiğinizin tarifini yapamazsınız! 

Ne yapacağınızı, ne yapmanız gerektiğini bilmeden kala kalırsınız! 

Hemen yanı başınızda biri hararetle bir şeyler anlatır da siz bir tek kelimesini duyamazsınız ya! 

Hani, başınızı değil göz bebeklerinizi sağa sola çevirirsiniz yüzünüze vuran iri yağmur tanelerinden değil de az ötenizde dua eden adamın başına bir başka adamın açtığı şemsiyeye, saat tik takı gibi  düşen damlalardan anlarsınız yağmuru ya! 

Kalorifer peteğinin dibinde ısınamazsın da, kışa ramak kalmış bir sonbahar gününde iri yağmur tanelerinin altında  sicim sicim terlersin ya! 

İşte ben de, bu 18 Kasım’da buna benzer halleri, hali pür melalimi kendi hal dilimce anlatmaya çalışacağım sizlere! 

Bir önceki yazımda da bahsettiğim bana hayatım boyunca unutamayacağım 2009’u, sustalı bıçak gibi oyarak hatırlatan iki günden biri olan 18 Kasım'ı! 

Hem de bir sustalı bıçak gibi, ne dibine kadar saplanır ne de yukardan aşağı ayırır, oyarak hatırlatır! Her bir dürtmesinde de başka bir acının emanetini bırakır ciğerlerinize! 

Zamanın, “silgi” özelliğini kullanmadığı günlerden biridir, bu gün benim için. 

Ne bileyim işte, sanki o insanların adları, birer insan adı olmaktan çıkar da maharetli bir ustanın elinden çıkan bir kama, bir sustalı bir hançer markası olur! 

Bir el, sanki bir ustanın kamasının önüne yatırıverir seni, oyar da oyar! 

Bir odunun bir marangozun maharetli ellerinde kakıla oyula şekil alması gibi! 

Keresteci değil, yalnız o bir marangozdur! Keresteci dalını, budağını kesip, kabuklarını soyup budaklarını yontup elsiz ayaksız, kolsuz bacaksız, dilsiz, dudaksız hale koyar; marangoz, elsiz, ayaksız, kolsuz, bacaksız halden alır, ölçer, biçer, kakar, elli, ayaklı, dilli, dudaklı hale getirir seni! Senin yeni halini görenler de hayran hayran bakakalır, kimi de tonlarca para verip evinin en müstesna kösesine koyar! 

O odun, muhteşem bir sanat eseri haline gelmiştir! 

Ne demek istediğimi daha iyi anlamanız için, bir gün yolunuzu Yıldız Camiine düşürün ve muhteşem bir marangoz ustası olan merhum Sultan II. Abdülhamid Han’ın elinden çıkmış o muhteşem ahşap işlemeleri doya doya seyredin! 

Odunu işleyen sanatkar ruhlu marangozlar gibi insan marangozları da var galiba ya da vardılar da şimdilerde mi artık yoklar ya da tek tük kaldılar da biz mi göremiyor rastlaşmıyoruz, ne bileyim belki de bulundukları semtlere artık yolumuz düşmüyor! 

İşte, ustam merhum Ömer Lütfü  Mete’nin kabri başındaki halimi anlatmaya çalıyordum sizlere,  geçen yazımda, “Sözünün eri 314 kişi verin, ben Türkiye’yi kurtarayım” diyen adamın kabri başında! 

Gelenlere şöyle bir göz atıp sayayım dedim vazgeçtim, kendimi zor attım eve! 

Ses olsun diye televizyonu açtım ki... 

Nejat Uygur'un ölüm yıldönümü haberi, kabri başından resimle veriliyordu. Nejat Uygur Ustanın kabri başındaki insan sayısı da... 

Birden, “Ben bu şehri sevmiyorum” sözleri düştü dudaklarımdan! 

Evet, ben bu şehri sevmiyorum, çünkü bu şehirde artık marangozhaneler, maharetli marangozlar yok! 

Bu şehir insanı yontuyor, tıpkı Roma’nın Bizans’ın heykeltıraşları gibi! 

Ondan mı elsiz kolsuz acep Roma, Bizans heykelleri? 

108 yıl önce bugün ölen (20 Kasım 1910)  Tolstoy ne güzel demiş, “Sanat ne keyiftir, ne avuntu ne de eğlence, sanat yüce bir iştir”!