Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

Bu masal bitti 

Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde… Ülkenin birinde bir kral, bir padişah, bir prenses, bir sultan, bir vezir, bir cadı yaşarmış. Masallarda bile soylular, zenginler, güçlüler başrolde iken diğerleri yan roldelermiş. Hizmetkârlar, bahçıvanlar, köylüler, nöbetçiler kısacası büyük bir kesim masalın asıl kahramanlarının hayatlarını kolaylaştıran ya da mekâna dekor vazifesi görenlermiş. Masalın sonunda gökten düşen üç elmadan, bir tanesi bile onların başına düşmezmiş. 

Şimdi diyeceksiniz ki “Neden böyle bir girizgâh yaptın?” Masal değişiyor mu? 

İster değişsin ister değişmesin anlatan aynı ve yıllarca dinlediğim masal aynı ve benim masalım değil! Bugün size elmadan nasiplenmeyi beklemeden sabrın emeğin kerevetinden söz edeceğim. 

Geçtiğimiz günlerde, 2015 Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’ne layık görülen isimleri hatırlayalım: Sinema alanında Münir ÖZKUL, Edebiyat alanında Rasim ÖZDENÖREN, Müzik alanında Orhan GENCEBAY, Sosyal Bilimler ve Tarih alanında Mehmet GENÇ, Geleneksel Sanatlar alanında Hüseyin KUTLU ödüllerini aldılar. Kültür ve

Sanat Vefa Ödülü ise Cemil MERİÇ’e layık görüldü. 

Sizlere onların büyük hayatlarını küçük cümlelere sığdırarak anlatmaya çalışacağım. 

1925, İstanbul doğumlu Münir ÖZKUL, bir paşa torunu olarak dünyaya gelen sanatçı içindeki tiyatro aşkıyla yedi lise değiştirip çok geç yaşlarda mezun olabilmiş öyle özel hocalardan ders almadan konservatuara da girmeden Bakırköy Halkevi’nde tiyatroya başlamış, devlet ve şehir tiyatrolarında çeşitli rollerden sonra, sinema filmleri ile asıl ününü kazanmıştır. Yoksul kesimin “fedakâr babası”, haylaz öğrencilerin “Mahmut hocası” gönüllere taht kurmuş, sayamayacağım kadar çok filmde de (mübalağa etmiyorum) yer almıştır. Efsane isim İsmail Dümbüllü’nün (Kavuklu) kavuğa layık görüp devrettiği isim de o olmuştur. 
1940,Kahramanmaraş doğumlu Rasim ÖZDENÖREN, Kahramanmaraş, Malatya, Tunceli’de başlayan eğitimini İstanbul’da tamamlayan yazar, öykülerini Anadolu’nun birçok ilini gezerek orada yaşayarak, köyünü, kasabasını, şehrini tanıyarak, kendisine “ayrıntı avcısı” dedirtecek bir özellik ve güçlü bir tasvir yeteneğiyle yazmış, “yerli olmak nedir, bu nasıl gerçekleştirilir?’’ sorularının cevabını vermiştir. 

1944,Samsun doğumlu Orhan GENCEBAY, müziğe altı yaşlarında eğlensin diye alınan mandolin ve kemanla başlamış, Samsun’da berberlik yapan müzik alanında iyi öğrenim görmüş bir Kırım Türk’ü onun şansı olmuştu. Kazandığı konservatuardan aradığı düşlediği müziği bulamadığı gerekçesiyle ayrıldı. TRT'den, Ankara Radyosu ve İstanbul Radyosu’ndan kısa süreli çalışmalardan sonra ayrıldı. Ona göre Türk müziğinde çok iyi malzeme vardı, çok iyi yerlere gelmesi de mümkündü. Hayallerinin peşinden gitti ve başardı. Bilmem başardıklarını anlatmaya gerek var mı? 

1934, Artvin-Arhavi doğumlu Mehmet GENÇ, birçok üniversitede görev yapmış “Osmanlı İktisat Tarihi” alanında verdiği çalışmalarla sadece Türkiye’de değil tüm dünyada ilgi uyandırmış tarihçimiz halen alanında tek ve en önemli isim olmaya devam etmekte. 

1949, Konya doğumlu Hüseyin KUTLU; hem hattat hem imam hem vaiz hem de felsefe öğretmeni. Meziyetleri hattatlıkla sınırlı olmayan değerli bir insan. Takvim yapraklarını okuyan, dedesinden dinlediği efsanelerle yetişen o çocuğun göreve başladığı ilk gün kendine sorduğu soru: “Ne olacaktım? Battal mı, Köroğlu mu, Ferhat mı; yoksa dövene elsiz sövene dilsiz Yunus mu?” 

1916, Hatay-Reyhanlı doğumlu Cemil MERİÇ, Yunanistan-Dimetoka’dan Hatay’a gelen göçmen bir ailenin çocuğuydu. ”Onun yeri hep kütüphane oldu ve argoya, arenaya, ateş hattına, politikaya hiç inmedi.” Kendini “Yazar ve hocayım, başlıca işim düşünmek ve düşündüklerimi cemiyete sunmaktır.” diye tanımlayan özgün fikir adamının itibarsızların psikolojisini ve iki yüzyıllık batılılaşma maceramızı anlatan şu sözü düşündürücü: “Batı karşısındaki durumumuz, efendisinin ilaçlarını çalıp içen uşağın durumudur.” 
Benim, bu değerli şahsiyetlerle ilgili değindiğim cümleler onların hayat çizgisinde ancak bir nokta misalidir, onları tanıyanlar bilir, tanımayanlara da bir küçük kapı aralamış olurum ancak. 

Ödül töreninde, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN: “Bu isimlerin hepsinin ortak özelliği şahsımın her zaman ifade ettiği  ‘yerli ve milli’ diyerek ısrarla vurgulamaya çalıştığım çizginin kendi alanındaki en mümeyyiz temsilcileri olmalarıdır.” diyerek bizi biz yapan gücü anlamamız ve kavramamız gerektiğini dile getirdi. 
Bir varmış bir yokmuş! 

Gökten düşen elmalar kimin kafasına düşmüş ne gam! 

Bendeniz  her bir köşesine binlerce yıllık bir hikâyenin motifi yerleştirilmiş bir külliyede (saray değil, köşk değil),  milletin seçtiği bir Cumhurbaşkanının -konuşmasında ısrarla ‘Geleneksel Türk Temaşası’ ifadesini kullanan- ödül verdiği törende olmanın, bir taraftan da hayatımın her anında –anamdan babamdan daha fazla-  olan insanların ödül almalarının keyfini çıkarıyorum. 

Yıllarca dinlediğimiz bu masal sanırım burada bitti! 
Bitmeliydi! 

Geleneksel Türk Temaşa sanatı artık külliyede! 
‘’Hak dostum Hak’’ ile başlayan hikâyelerin zevkine hazır olun! 

Şimdiden keyifli Pazar kahvelerinizi söyleyin! 
Benimki bol köpüklü sade olsun: