Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

Korkma! Senin Süleymaniye’n var! 

Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum; 

Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum; 

Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi; 

Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi, 

Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim 

Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim. 

Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını 

Görüyor varlığının bir yere toplandığını; 

Büyük Allah`ı anarken bir ağızdan herkes 

Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses; 

Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi, 

Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi! 

***

Farkında mısınız şiiri okurken içinizden bir pınar akıyor sanki, öyle bir pınar ya da şelale ki akan, içinizdeki bütün sıkıntıları önüne katıp, alıp götürüyor! 

Şiir bize öyle bir ayna tutuyor ki, o aynanın içerisinde dünü, bugünü, takip etmemiz gereken yarının yolunu gösteriyor bizlere! 

İşte onun için bu şiir bir sanat eseri oluyor! 

Bir bölümünü yukarıda paylaştığım şiir de Türk-İslam sanatının abide bir sanatçısına ait! 

Yaşarken bir tek şiir kitabı basılmayan, ölümünden sonra ise tek bir şiir kitabı basılan bir sanatçı! 

İşte, o tek bir şiir kitabıyla da, bütün kanaat önderleri şiir denince tereddütsüz onun adını anıyor! 

O, Yahya Kemal Beyatlı! 

Peki, merhum Yahya Kemal Beyatlı’nın büyük sanatçılığından çıkan bu muhteşem sanat eseri mi, içimizde şelalelerin akmasına tek sebep? 

Bu muhteşem sanatçıda, bu şiiri yazmaya sebebiyet veren aşk neydi acaba, güzelliğiyle teslim alan neydi? 

Elbette ki, bir başka muhteşem sanatçının eseri! 

Döneminin ve döneminden sonranın tartışılmaz büyük sanatçısı 7 yılda bitirmişti eserini,  belki de kellesinin gitmesine sebep olacaktı bu kadar uzun sürmesi! Bu kadar uzun sürmesine canı sıkılan gelmiş geçmiş en muhteşem cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman Han adeta kükreyerek, ‘’Bu ne iştir Mimarbaşı’’ dediğinde, o tömbekisi olmayan nargilesini fokurdatarak, mihraptaki imamın sesini aynı oranda bütün camiye nasıl ulaştıracağını hesap ediyordu! Nihayetinde Anadolu’nun muhtelif köşelerinden 65 tane dev turşu küpü getirtip, içleri boş, ağızları dışarı gelecek şekilde kubbenin eteklerine dizdirtiyor! 

Bitmedi! 

Daha elektrik icat edilmediğinden aydınlatma için 275 dev kandille aydınlatılan camide, cemaat isten rahatsız olmasın diye is odası yapıyor! 

Bu is odasında da özel bir nemlendirme yöntemi ile döneminin en kaliteli mürekkebini üretiyor! 

Ne zaman? 

Bundan tam 462 yıl önce bugün, 16 Ağustos 1556! 

Aradan yıllar hatta asırlar geçiyor, yaşlanıyor koca Osmanlı, mahallenin sırtlanları aynen şimdiki gibi şah damarına çöküyorlar paramparça etmek için! 

Yüreği yanan bir başka büyük sanatçı, yüreğinin yangınını dindirmek için dayıyor yüreğinin ağzını Süleymaniye’ye, 106 yıl önce 28 Ağustos 1912’de! 

Mehmet Akif Ersoy, Süleymaniye’nin kürsüsünden haykırıyor yedi cihana! 

***

Müslüman mülkünü her yerde felâket vurdu... 

Bir bu toprak kalıyor dînimizin son yurdu!  

Bu da çiğnendi mi, çiğnendi demek Şer’-i mübîn;  

Hâk-sâr eyleme yâ Rab, onu olsun... 

— Âmin!  

Ve’l-hamdu li’l-lâhi Rabbi’l-âlemîn...’’ 

Korkma ey Türk oğlu! 

Dolar, Euro, altın yükselmiş ne gam! 

Senin Süleymaniye’n var! 

Üstelik, karşısında Çamlıca tepesindeki torunuyla...