Ömer Özkaya

Güvenlik, insanın uzun zamandır doğru tanımlamaya çalıştığı bir kavram.

Osmanlı, “Emniyet/Asayiş” ile “Güvenlik”in tanımını yanlış yaptığı için yıkıldı. Misyonerler emniyet açısından hiçbir sıkıntıya sebep olmaz iken, uyguladıkları proğramlar ile Osmanlı’nın çöküşünü hızlandırdılar. Osmanlı’nın düştüğü bu tuzak ile şimdi Türkiye karşı karşıya.  

Osmanlı, “asayiş berkema mil” buna baktı, güvenliği ikinci plana itti, asayişi güvenliğin üzerinde görmenin kurbanı oldu, iç emniyeti uluslararası ilişkilerin etkilediğini anlamadı, yıkıldı.

Osmanlı’da hâkim anlayışa göre, “Misyonerlerin yaymaya gayret gösterdiği dine Müslümanlar zaten ilgi göstermez. Dolayısıyla endişeye gerek yok”tu. Oysa durum çok ciddi idi.
Din adamı zannedilen misyonerlerin din yaymak gibi bir hedefleri yoktu, hepsi çok profesyonel casustu. Osmanlı coğrafyasından adam devşirdiler, seçtiklerinin bir kısmını burada, bir kısmını dışarıda eğittiler, etnik ve ekonomik istihbarat yaptılar. Bu topraklardaki hemen her şeyin envanterini çıkardılar. Bir takım kapıları açacak kadim değerleri alıp götürdüler. Bazı etnik grupların içinden bir burjuva sınıfı çıkarmaya çalıştılar. Arzu ettikleri kadar olmasa da, bugün Mısır’da, Suriye’de, Lübnan’da, Irak’ta, İran’da, Yunanistan ve Türkiye’de sahnenin önündeki bazı aileler, bu çalışmaların ürünüdür.

Osmanlı’nın inançlara müsamahası ülke asayişine olumlu etki eder iken aynı anda ülkenin altı oyuluyordu. Ülke bir açmaza girmişti, buradan çıkılamadı. Ülke inançlara saygı üzerinden yıkıldı.

Osmanlı’nın elinden azınlıkların hamiliğinin alınması, ülke sınırları içerisinde ikinci bir otoritenin kabul edilmesi demekti. Özellikle Ermenilerin hamiliğinin Rusya’ya verilmesi, Osmanlı’nın otoritesini derinden sarstı. Ülkenin azınlıklar karşısında eli kolu bağlıydı. Ülke, özellikle “Urus Harbi”yle iyice güçten düştü. İngiltere, “Urusya”nın karşısına dikilip hâmilik yapmasaydı Osmanlı çoktan giderdi.

“Urusya”, “Osmanlı’nın İngiltere ile özel ilişki içinde olduğunu, Hanedan’ın himaye edildiğini, Osmanlı’nın üzerinde İngiltere’nin olması istenemeyecek ağırlığının daima bulunduğunu, Osmanlı’nın İngiltere’ye çok şey borçlu olduğunu, İngiltere’nin Osmanlı’ya üzerinde ortak ulus inşa edebilecekleri bir alan (Orta Doğu) önerisinde dahi bulunduğunu, Osmanlı’nın İngiltere’ye ikram kıvamında tavizler (İngiltere’ye Kıbrıs ve İzmir-Ödemiş’in verilmesi) verdiğini, İngiltere’nin Osmanlı’ya özellikle ufuk aşısı yaptığını, Osmanlı’nın Urfa (Dünyada, Hıristiyanlığın resmi din olarak kabul edildiği ilk yer) ve civarını, İngiltere’nin yönlendirmesiyle Hıristiyanlara yurt olarak vermeyi planladığını, İngiltere’nin Osmanlı’yı üzerinde İngilizlerin yaşadığı toprakları İngiltere’ye bırakmaya ikna ettiğini, Osmanlı’nın İngiltere’yle daima gizli bir ajanda takip ettiğini” iddia etmiştir. Osmanlı’ya karşı “Urusya”nın üzerinde hiç tartışma kabul etmediği bu iddialar, Moskova’nın İstanbul’a karşı yürüttüğü siyasetin uç işaretleri olmuştur.

Ülke liderlerinin kullandığı bir takım kavramlar, ülkenin başına bela açabilir.

İstihbarat, ülkenin üzerinde bulunduğu uçsuz bucaksız alanı, idareciler için dikensiz gül bahçesi haline getirmek değildir. İstihbaratı asayişe kanalize edilmiş bir devlet, yıkılmaya mahkûmdur.