Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

Strasburg’da Konyalı bir Siyonist!

Aslına bakarsanız, her şey ayan beyan ortada! Kendimi, kendimden önceki baba ve dedelerimi kafasını kuma gömmüş bir deve kuşu olarak hissettim, bir anda! 

Durumumuz aynen buymuş meğer, kafamız kumun içerisinde zaman zaman kıçımıza yediğimiz tekmelerle canımız acıdığında, gururumuz incindiğinde feveran etmişiz, sadece! 

Tekmeyi yediğimizde bile kafamızı kumdan çıkarmamışız, çünkü tekmeyi vuranı öyle iyi tanıyormuşuz ki... 

Baksanıza, her daim kıçımıza vuranlara... 

100 küsur yıl önce Antep’ten, Hatay’dan, Çanakkale’den daha sonrasında da Cezayir’den tanıdığımız Fransa!   

Anadolu coğrafyasına ayak bastığımız andan bu yana nereye adım atsak karşımızda bulduğumuz, Çanakkale’de karşımıza erkekçe çıkma cesareti gösteremeyip iliğine kemiğine kadar sömürdüğü sömürge askerlerini çıkaran İngiltere! 

Kendi aralarındaki rekabet nedeniyle taraftar bulamayıp bizimle ittifak eden, ittifak halindeyken bile ortak düşmanımız olan İngiliz Kudüs’ü işgal ettiğinde (9-11 Aralık 1917), sevinen Almanya! 

Daha sonrasında da aralarına katılan gayrimeşru evlatları ABD! 

Peki, İngiliz ne yaptı? 

Diğerleriyle el ele vererek Filistin’de İsrail Devleti’ni kurdu! 

Sadece dışarıdan mı vurdular? 

Her daim içimizden de hatta kendi evimizden devşirmeler bularak... 

Fazla uzağa gitmeye ne gerek, alın size yakın zamana kadar başta Fransa olmak üzere, Avrupa’nın her bir köşesinde Türk Elçilik mensuplarını şehit eden ASALA Ermeni terör örgütü! 

Bugün de, PKK, YPG, PYD... 

Baksanıza dört yiğidimiz şehit edildi, kurşunu veren ABD, tetiği çekenler de AB Parlamento Binasının kanatları altında! 

Golan Tepeleri de İsrail’e peşkeş... 

Nefesim daraldı, Strasburg’un bir cafesine  oturdum kaldım! 

Yanıma 80 yaşlarında bir adam geldi, ‘’Ermeni’’ dedi, sağıma soluma baktım bana sorduğunu anladım ve ‘’Türkkk’’ dedim! Öyle dolmuşum ki, fazladan kaç ‘’k’’ çıktı ağzımdan bilmiyorum! 

İhtiyarın suratında sahte bir gülümseme belirdi, başladı benimle Türkçe konuşmaya! 

Konyalı bir Yahudi olduğunu, sık sık Türkiye’ye geldiğini, konferanslar verdiğini söyledi! 

Oturduğumuz yerin yakınında bir üniversitede hocalık yapıyormuş, mesleğini tarif ederken, ‘’Tabip’’ diyecek kadar güzel Türkçe konuşuyordu ihtiyar! 

Türkiye’den tanıdığı gazetecileri saymaya başladı(!) 

O saydıkça, ister istemez yumruklarımı sıkmaya başladım ve ‘’Dur ihtiyar, işte orada dur, o saydıkların gazeteci değil! O ismini saydıklarının tek bir kimliği var, Türk düşmanı, tanışıklığınız da akraba olmanızdan” dedim! 

İhtiyar hızla kalktı ve başladı bağırarak Fransızca konuşmaya, suratındaki sahte gülümsemenin yerini nefret almıştı ve söylediklerinden sadece bir kelimeyi anlayabiliyordum ‘’Erdoğan’’ bunları söylerken kullandığı orta parmağını koparıp münasip bir yerine sokmak için kalktığımda koşarcasına uzaklaştı taksiye bindi ve gitti! 

O hırsla hızla yürümeye başladım kafamı kaldırdığımda karşımda Al Bayrağım ve Türk Konsolosluğu... 

‘’Burası taşınacak Reis’’ diyen sesin geldiği yöne baktım, karşımda Yasin kardeşim, 

‘’Gel, seni yeni konsolosluk binamıza götüreyim’’ dedi ve yürümeye başladık! 

O paçavraların olduğu diyarda, AB Parlamentosunun karşısında muhteşem bir binanın önünde durduk! 

Aman Allah’ım! 

Ne gördüğümü, Pazar günü yazacağım inşallah, şimdilik bana müsaade edin ben bu manzaranın keyfini çıkarayım!