Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

Vatansız koyma Allah’ım!

Bu nasıl bir soğuk Allah’ım! 

Soğuğu bilmeyen biri değilim, ama bu soğuk bir başka soğuk, Mayıs'ın ortasında! 

‘’Git buralardan’’ diyor, sanki insana! 

Fransa Strasburg’da bulunduğum bu sürede her sabah yaptığım gibi bugün de yürüyüşe çıktım, yanı başımdan geçen genç, yaşlı Fransızların üşümemesini, benim hareket etmeme rağmen iliklerime kadar üşümemi bur türlü anlayamıyordum! 

Telefonumdan hava durumuna bakıyorum 10 derece gösteriyor, bendeniz ki, -20’leri görmüş insanım Kars Sarıkamış’ta! 

Oysa, Sarıkamış, Erzurum, Kayseri, Eskişehir’de ne soğuklar, ne -10’lar, -20’ler yaşadım ben oralarda! 

Sarıkamış, Erzurum, Kayseri, Eskişehir’de kapıdan çıktığınızda soğuk, ‘’Git buralardan’ diye insanın suratına tokat atmaz, adeta ‘’Hoş geldin,  sefalar getirdin” diyerek gecenin mahmurluğunu defeder de sizi kendinize getirir! 

Buralar Fransızların dışındakilere, ‘’Git buralardan’’ diyerek tokat atıyor da, kahretsin ki, ne Türk’ü, ne Arap’ı, ne Boşnak’ı, ne Çeçen’i gidemiyor buralardan! 

Nasıl gitsin Türk, babasının gençliği gömülü adım attığı sokağın her bir taşına, kendisi de buralar da doğmuş, evden dışarı çıkamadığı, çıksa da kurşun gibi bakışlara feda ettiği çocukluğu var, bu sokaklar da! 

Hele hele bir Ramazan günü babası elinden tutup ilk teravih namazına götürdüğü gün, camilerinin kapısına asılan domuz kafasının hafızasından silinmeyen görüntüsü, çocukluğuna beleyip büyüttüğü kim bilir ne acıları var buralarda! 

Bu arada epeyce yürümüşüm ki, her yürüyüş sonrası sahur ihtiyacı gördüğüm marketin önünde buldum kendimi, teni benim gibi kara kadın da, marketin önünde her zaman oturduğu yerde oturmakta! 

Önünde kâğıttan bir bardak, kimseye bakmıyor da sadece bana bakıyor, kıpkırmızı gözleriyle! 

O bakışlar yok mu o bakışlar, ben ki bakan hiçbir gözden kaçırmazken, gözlerimi çaresiz beni önüme baktırtan bakışlar... 

Ne mi diyor o gözler? 

Vatansızım, oy vatan-sızım! 

İlk kez, alışveriş yapmak için değil de, o bakışlardan kaçmak için marketten içeri daldım! 

Ardım sıra o da geldi, sanki beni tanımıştı da, ‘’Sen de mi anlamıyorsun beni’’ diyerek göğsümü yumruklayacak sandım, vurmasına ne hacet göğsüm daraldı, kısıldım kaldım olduğum yerde! 

Gitti bir tek ufak domates aldı ve kasaya yürüdü! 

Bir tek ufacık domates parası da mı ödenir mi, almaz ki kasiyer o domatesin parasını! 

O da ne, kadın avucundaki domateslerden de ufacık paraları kasiyerin bakımlı ellerine boşalttı! 

Zaten topu topu iki ya da üç ufacık paraydı! 

Hızla uzaklaşıp eve geldiğimde, almazzz,  Sarıkamış’ta, Erzurum’da, Kayseri, Eskişehir’de hiçbir market almaz o parayı, almadığı gibi Sarıkamış kaşarından bir sofra düzer önüne, Kayserili bastırma, Eskişehirli sıcacık bir somun koyar önüne, diyordum kendi kendime! 

Anladım buraların soğuğunu! 

Buraya geldim geleli, sokaklarda bir elinde bir kâğıt bardak, diğer elinde, ‘’Suriyeliyim’’ anlamında bir yazı, dilenen kara tenli kadınlar gördüm. 

Siz hiç, Ankara, İstanbul, İzmir sokaklarında dilenen Fransız kadın gördünüz mü? 

Bugün, 19 Mayıs! 

Dili, dini, ırkı ne olursa olsun, dünyanın neresinde yaşıyorsa yaşasın, ne kadar mazlum, garip guraba varsa hepsinin tek sahipleneni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunun, ilk adımının atıldığı günün 100.yılı! 

Evde sıcacık kalorifere sırtımı dayadım ve dudaklarımdan şunlar döküldü: 

Vatansız koyma Allah’ım!