Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

Yazıklar olsun bu ucubelere!

Gecenin bir vaktinde, birden hiç aklımızda yokken geldi!

Kimimiz televizyon karşısında en sevdiğimiz dizi filmi seyrederken, kimimiz hastanede refakatçi, kimimiz ertesi günkü senedini nasıl ödeyeceğinin hesabında, kimimiz de elde edemediklerimize hayıflanırken...

Kimisi de, “Şu Elazığ’ı, Malatya’yı göreyim” diyerek misafirlikteydi ya da ekrandaki Hacı amca gibi şifa bulmaya gelmişti.

Eşiyle köyden doktora gelmiş Elazığ şehir merkezine, derdine çare bulmak için köyünden kalkıp gelmiş şehre!

Akşam kızına varmış, bir müddet oturduktan sonra eşine, “Ben dayımlara geçeyim, sabah gelir seni alırım köyümüze döneriz” deyip çıkmış!

Oysa, deprem daha sabah olmadan geldi!

Heybesinde acı, ölüm..!

İşin tuhaf yanı, depremin heybesini de biz doldurmadık mı?

Doymazlığımızla, şükürsüzlüğümüzle, harsımızı, hasletlerimizi unutarak...

Tıpkı, depremin ne zaman geleceğini bilmediğimiz halde, Karun kadar zengin olsak da, “ölüm” olduğunu unutarak, her ne pahasına olursa olsun doymaz nefsimize köle olarak...

Deprem, kapımızdan değil de ayağımızın altındaki yeri yararak geldiğinde, sahip olup da kıymetini bilmediklerimizin, bizim için ne denli kıymetli olduklarını iliklerimize kadar hissedip, çaresizliğimizin altında ezilerek...

İşte, bu dibe vuruş anımızda, imdadımıza yetişen el, “devlet”!

Devlet olmayla, devletsizliğin ayrımını, işte o anda anlıyoruz!

-13’te depremden değilse de, donarak ölmek varken, sımsıcak uzanan el, devletinin eli!

Bir de haberi duyar duymaz üstündeki yorganı, ayağındaki ayakkabıyı çıkarıp yardım toplama merkezlerine koşan bir millet, senin mensubu olmaktan şeref duyduğun milletin!

İçin acıyla yanarken, seni bir ana kucağı, bir baba kudretiyle saran milletin ve devletin...

İşte, o anda tüm kayıplarını, acılarını unutup da başının arşa erişmesinin adıdır mensubiyet ve aidiyet!

İşte, o mensubiyet ve aidiyet duygundur ki, sana şeref duyduran!

Bu şeref duygusu da nasip meselesidir!

Ve sadece kendi harsının çeşmesinden içenlerin nasibine düşer!

“Peki, ya nasipsizlik..?” diyeniniz varsa, size, “Azıcık sosyal paylaşım hesaplarına bakın” derim!

Paranın pul, olduğu, vicdanın, mensubiyet ve aidiyetin galebe çaldığı anda, para hesabı soranlara..!

Yıkıntıların altında, -13 derece soğukta kurtarılmayı bekleyen insanların imdadına koşan devletten, hesap soranlara bakın derim!

“Azize konuş susma, yanında kim varsa onlarla konuş uyutma! Biz birazdan sizi kurtaracağız” diye çabalayan bacıdan para hesabı sormak!

Bitmedi !

“Azize, nene Türkçe bilmiyor galiba” deyip Azize’yi Kürtçe yönlendirip, Kürt neneyi yaşatmaya çalışan bacıdan, para pul hesabı sormak!

Bu, içinde yaşadığı milletin harsının nasipsizliğinden de başka bir şey olsa gerek!

Bu, başka bir şey!

Bu halin, bizim harsımızda yeri yok!

Bu, bizden değil!

Bu, bizim düşmanımızdan da gelen bir şey değil!

Çünkü, bu düşmanlık da değil!

Bunu yapan insan da değil!

Bu, bu çağın ucubesi!

Bu, dini, dili, ırkı ne olursa olsun, insanlığın en büyük düşmanı!

Hatta, insanlığın ortak düşmanı!

Yazıklar olsun size!

Yazıklar olsun, bu ucubelere!