Konya'ya yakışan ve yakışmayan...

Dünya genelinde binlerce film, dizi, belgesel çekiliyor her yıl, ancak (bunlar arasında) maneviyatın, hakikatin, hikmetin peşinde koşan pek az ‘eser' vardır.

Haberin Eklenme Tarihi: 24.06.2022 13:00:00 - Güncelleme Tarihi: 24.06.2022 07:50:00
ABONE OL

Peki, az sayıda ve hakikat arayışındaki bu eserler ve yönetmenler, nasıl bir araya gelip, ölçüsünü şaşırmış dünyaya karşı, 'durun kalabalıklar' diye haykırabilecek?

Öyle ya, farklı coğrafyalarda çekilen, ancak toparlayıcı bağlantı noktası (network) olmadığı için dağınık halde bulunan bu filmler ve sahipleri, hangi vesileyle bir araya gelip seslerini gürleştirme imkânı bulacak?

Türkiye'mizde bir örneği var.

Toprağa atılıp yeşeren filiz misali, Hz. Mevlana diyarı Konya'da, şehrin ruhaniyetine, manevi iklimine yaraşır bir sinema etkinliği başlatıldı, bundan birkaç sene evvel.

Bu sene dördüncüsü yapılan Konya Uluslararası SufiSinema Günleri, varlık alemine hayretle bakan yönetmenlerin ve sanat eserlerinin bir araya getirildiği yegâne etkinlik olarak Türkiye'de 'biricik' olma özelliği taşıyor.

Sanmayalım ki bu iş kolay; hayır, tersine meşakkatli...

Neden olacak; şiddetin, argonun, cinselliğin, ideolojik yaklaşımların, politik tezatürlerin esir aldığı, semirmiş bir sinema sektörü var karşımızda.

Böyle bir ortamda samanlıkta iğne arar gibi, âleme (vizörün ardından) dervişane gözlerle bakan yönetmen aramak, film aramak, sayıları az da olsa derleyip toparlayıp bunları Konya'da buluşturmak, neresinden bakılsa meşakâtli, ve fakat, Konya'ya yakışan kültürel ve sanatsal bir emektir.

Bu etkinlikte ne mi oluyor?

İran, İngiltere, Fransa, İspanya ve daha başka ülkelerden gelen sinemacılar, aynı amaç doğrultusunda film yapan, varlığın ve hikmetin peşinde koşan meslektaşlarıyla tanışma ve fikir alışverişinde bulunma fırsatı elde ediyor.

Bu açıdan bakıldığında, Hz. Mevlana'nın bir ayağıyla sabit, diğer ayağıyla 72 milleti dolaşan pergel metaforunda olduğu gibi, belirli bir bakış açısı ve konsept dahilinde, hikmet arayışında olan filmlerin buluştuğu SufiSinema Günleri, Konya'ya çok yakışıyor.

Peki ama Konya'ya yakışmayan ne?

Türkiye'de turistlerce en çok ziyaret edilen ilk üç adres; Ayasofya Camii, Topkapı Sarayı ve Hz. Mevlana Müze Türbesi...

Mevlana Müzesi, inanç turizmi açısından çok kıymetli, üç aşağı beş yukarı günde 10 bin kişinin ziyaret ettiği bir merkez.

Konya'ya her gelenin uğradığı manevi bir makam...

Uzun yıllar sonra yeniden ziyaret ettiğim Mevlana Müzesi ile ilgili gözlemlerimi (sıradan bir ziyaretçi olarak) aktarmam gerekirse...

Elbette işin uzmanları daha iyi bilir amma, Müzede yanlış ışıklandırma ve teşhir sisteminin uygulandığını düşünüyorum.

Bu yüzden, (hemen her gün hassasiyetle temizleniyor olsa dahi) Hz. Pir'in sanduka örtüsünün üzeri (yansıma yüzünden) toz kaplıymış gibi görünüyor.

Aynı şekilde duvarlarda asılı bulunan, tavanlardan sarkıtılan pek çok obje hakkında (rehber eşliğinde gezmiyorsanız şayet) yeterli bilgi sahibi olmanız mümkün görünmüyor.

13. yüzyıldan kalan, Hz. Pir'a ait cübbelerin, arakiyelerin neredeyse yerde, ayak bileği hizasındaki camekânlarda (öylesine yere konuluvermişçesine) sergilenmesi ise tam bir garabet örneği.

Avluda bulunan derviş çilehaneleri de sergi odası olmaya uygun değil, zira, bu küçücük odalara üç kişi bile girse, yer darlığı yüzünden, insan bir an önce oradan çıkmak istiyor.

Bu da demektir ki dünya Mevleviliğinin Âsitânesi konumundaki Konya'nın acilen dört başı mamur Mevlevilik, yahut tasavvuf müzesine ihtiyacı var.

Yetkililerden öğrendiğime göre hem teşhir hem de yeni müze konusunda gerekli çalışmalar yapılıyormuş.

Öyle de olsa, insan sormadan edemiyor: 13. yüzyıldan beri Hz. Pir'in makamı burada ve Konya bir büyük geleneğin merkeziyse, her yıl milyonların akıp geldiği manevi buluşma noktasıysa, bu işler neden hâlâ halledilmiş değil!

BEDİR ACAR