Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

Çaydan çorbadan…

Sanırım, insanlık artık ışınlanmayı buldu ve korkarım çok geçmeden gökyüzünde meydana gelecek kazaların haberleri de önümüze düşmeye başlayacak.

Şaşırmayın öyle, kafanızı şöyle iki elinizin arasına alıp bir bardak çay içimi kendinize, ''Nereden nereye'' sorusunu sorun, sizler de bana hak vereceksiniz.

Eski yazılarımı okuyanlar, tiyatro oyunlarımı seyredenler ya da herhangi bir söyleşimi dinleyenler benden sık sık, ''Hızlı yaşıyoruz, hızlı tüketiyoruz hızla da tükeniyoruz'' ifadesini duymuşlardır ya da okumuşlardır. Sanırım, artık hız kavramının yerine ya başka bir kelime bulacağız ya da şimdiki zamanın hızına, ışınlanma diyeceğiz.

Sizi bilmem, ama ben olduğum yerde duracağım, çünkü hızın hızına yetişememiş biri olarak bu ışınlanma kavramına da ayak uyduracağımı sanmıyorum. Kendimi rezil etmenin bir anlamı da yok!

Buraya nereden, ne yaşadım da geldim derseniz, serde köylülük var ya efendim, geçenlerde kendi kendime, '' Güne güzel bir paça çorbası içerek başlasam" dedim ve yolumun üzerindeki çorbacıya doğru yola çıktım ki, o da ne çorbacı kapalı!

Yine yolumun üzerindeki bir başka çorbacıya yöneldim, maalesef o da kapalı!

Saat, 11.00!

Önüme çıkan simitçiden bir simit aldım ve başladım bir çay ocağı aramaya ve ne hikmettir ki, etrafta çay ocağı yok!

Yanım yörem adları yabancı olan kafelerle dolu, oralarda da çayın bardağı 50 TL!

İlaçlarımın saati de geçmek üzere olduğumdan, çaresiz adı S ile başlayan bir dünya markası kafeye girdim ki, kuyruk ben diyeyim 10 metre, siz deyin 20 metre ve çoğu da genç insanlar!

Söylemesi ayıp, simidi yeyip üzerine de bir bardak su, bardak dedimse naylon şişede suyu içtikten sonra, oldu olacak saçım sakalım uzadı bir berbere uğrayıp traş olayım, dedim, fakat berber pardon kuaför kapalı!

Saat, 12:30!

Parkta bir banka oturdum, sizden yapmanızı istediğim şeyi yapıp, başımı iki elimin arasına alıp çok değil, şöyle 25 yıl öncesinden itibaren başladım düşünmeye.

Çok değil 25 yıl öncesine kadar, mahallenin üç esnafı dükkanlarını sabah ezanıyla açarlardı; çaycı, çorbacı ve berber.

''Derdine bak, bütün işin gücün bitti de çaya, çorbaya, berbere mi taktın'' demeyin!

Yine yazılarımı, tiyatro oyunlarımı ve söyleşilerimi takip edenler bilirler, her fırsatta, ''Bir insanın ağzının tadı bozulmaya görsün, ne dediğini bilir ne de işittiğini anlar'' demişimdir!

Gelin, elimizden düşmeyen telefonlardaki sosyal medya hesaplarına bakın!

Oralarda kullanılan sinkaflı paylaşımlara, bakın bakalım...!

Gelelim berbere!

Berber deyip de geçmeyin!

Kişi, güne aynaya bakmadan başlarsa nasıl göründüğünü bilmez, ama karşısındaki nasıl göründüğünü görür ve bilir!

Bugün de böyle, çaya çorbaya dair yazdım yazımı. Yazdım yazmasına da sizi bilmem, ama ben bu ışınlanma çağından çok, ama çok korkuyorum!