Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

FELAKET TELLALLIĞI

Güzel Türkçemizde, "Felaket Tellallığı" diye bir söz vardır. Genelde meseleleri fazla abartan kişiler için söylenir. Kimisi bunu bilinçsizce yapsa da, bilinçli yapıldığında arkasından belli amaçlar çıkar. İnsanları bu tip felaket tellallığı yaparak algı yaratanlar, genellikle korku ve kaos ortamı yaparak kişiyi veya toplumu istedikleri doğrultuda yönlendirmek isterler. Geçtiğimiz yüzyıl özellikle de geçtiğimiz 5 yıl, bu felaket tellallığı ile toplum mühendisliği uygulamalarının zirve yaptığı zamanlar olarak tarihe geçmiştir.

Geçtiğimiz yılların en büyük felaket tellallığı projesi olan dünya çapında Covid propagandası ile insanlar, ilaç kartellerinin ürettiği mRNA deney sıvılarına defalarca maruz bırakıldılar. Dünya toplumları şimdi, kalp krizi, miyokardit, pıhtı atması, son evresinde ortaya çıkan kanser türleri ve bağışıklık sistemi çökmeleri gibi bu deney sıvılarının sonuçları ile mücadele ediyor. İşin başında insanlara öyle manzaralar gösterildi ki, Çin'de pat diye düşüp ölen insan videoları, renk değiştiren doktorlar, erkekliği öldürmesi ve kısırlığa yol açması gibi bir çok manipülasyon ile bu korku ortamı oluşturularak, medya tarafından ısrarla insanlara baskı yapıldı. Hatta neredeyse, "Beşinci kattan düşen adam Covidden öldü" gibi haberler duymak üzereydik.

Şimdi o devir kapandı ve yeni bir felaket tellallığı projesi aldı yürüyor. Neymiş efendim, küresel iklim değişikliği yüzünden, dünya daha sıcak bir yer haline geliyormuş. Bu manipülasyon ile insanların günlük rutinlerine hayat tarzlarına müdahale etme yetkisi almayı planlıyorlar. Bir nebze de olsa adım adım başarıyorlar. Yüz yıllık dünya ısındığı için sular yükseliyor taktiğini pek tutturamadılar. Kıyılardaki deniz yüksekliği yüz yıl önceki fotoğraflarda da aynı, bu gün de aynı. Bunu, Kız Kulesi'nin tarihi fotoğrafları ve bugünkü fotoğrafları üzerinden gözlemleyebilirsiniz.

Bugünlerde en çok duyduğumuz cümlelerden biri de son 400 yılın en sıcak yazını geçiriyormuşuz. Hani, son beş yıl değil, on yıl değil, hatta yüzyıl da değil, son 400 yılın en sıcak günleri. Malumunuz, yapay zeka hayatımızın içine girdi, mantıklı kullanımda çok iş gören bir uygulama olduğu bir gerçek. Tek bir cümleyle sorduğunuz soruya, gerekli kaynakları sizin adınıza tarıyor ve sonuçları veriyor. Ben de merak edip sordum ve eski yıllarla bu günkü sıcaklıklar arasındaki farkları elde ettim.

Geçtiğimiz Yüz Yılda İstanbul'da kaydedilmiş en yüksek sıcaklıklar;

17 Temmuz 1923 – 38,6 derece

29 Ağustos 1934 – 38,3 derece

19 Ağustos 1959 – 37,8 derece

14 Temmuz 1962 – 37,6 derece

31 Temmuz 1999 – 36,9 derece

26 Ağustos 2001 – 36,5 derece

Temmuz ayında İstanbul'da kaydedilen en sıcak 5 gün ve dereceleri;

14 Temmuz 2023 Perşembe 37.0°C

15 Temmuz 2023 Cuma 36.5°C

16 Temmuz 2023 Cumartesi 36.0°C

17 Temmuz 2023 Pazar 35.5°C

18 Temmuz 2023 Pazartesi 35.0°C

Gördüğünüz üzere, İstanbul insanı geçtiğimiz yüzyıllarda bu sıcaklıkları ve daha fazlasını deneyimlemiş. Aynı araştırmayı Erzurum, Muğla ve İzmir gibi şehirler için de yaptım, sonuç değişmedi. Velhasıl kelam, insanlara felaket tellallığı yaparak korku ortamı oluşturup, daha yönetilebilir ve yönlendirilebilir bireyle ve toplumlar oluşturma hedefindeki mihrakların oyununa gelmemeyi, yarattıkları algı ortamını bozmayı, ufak bir araştırma ile ekarte etmek mümkün. Tabii ki havalar sıcak, tabiki öğle saatlerinde hassas insanların dışarıda güneş altında bulunması tehlikeli, lakin bu eskiden de aynıydı. Adana'da ilk defa bu sene güneşe ateş edilmedi!

Bahsetmek istediğim diğer bir konu da sosyal medyada ve haberlerde karşılaştığım topuk kanı meselesi... Bir aileye çocuğuna aşı vurdurmadığı ve topuk kanı aldırmayı reddettiği için dava açılmış. Aile hukuk mücadelesi veriyordu. Açıkçası bir aile kendi çocuğu hakkında bu tür konularda tasarruf hakkını elinde bulundurmalı diye düşünüyorum. Çocuk sağlıklı doğmuş ise ortada herhangi bir sağlık problemi görünmüyorsa, anne sütü dışında su bile verilmesi tehlikeli olan bebeklere ilaç kartellerinin ürettiği materyallerin enjekte edilmesini reddetmesi ailenin tasarrufunda olmayacak da kimin tasarrufunda olacak. Bundan 30-40 sene öncesinde olmayan uygulamaları bebekleri için yaptırmak istemeyen bir aile kadar doğal karşılanacak bir durum var mı? Bu uygulamalardan önce sağlıklı bebek yok muydu? İsteyen uygulatır istemeyen uygulatmayabilir. Neticede bu konu Anayasa ile koruma altına alınmış bir durumdur ve bununla ilgili defalarca emsal kararlar mevcuttur. Medyanın sanki aileyi bebeğini tehlikeye atıyor algısı yaratması da açıkçası pek normal değil. Topuk kanı meselesine gelecek olursak, bir anne veya babanın bebeğinin topuğuna iğne batırılmasını dahi istememesi bu uygulamanın yapılmaması için yeterli bir sebep olmalı düşüncesindeyim. Tekrar dile getirmek gerekirse gerekli araştırmasını yapan ailelerin çocuklarına bu tip uygulamaların yapılıp yapılmamasına kendilerinin karar vermesi kadar doğal bir durum yoktur. Kalın sağlıcakla.