Ahmet Yenilmez

Hobi kelimesi , "Kişinin işi, meslek uğraşı dışında, dinlendirici bir iş olarak yaptığı, ruhu ve bedeni dinlendirici aktivite" tanımıyla en anlaşılır şekilde ifadesini bulmakta. Hobi, herkeste farklı görüntülerle anlamını bulmakta.

Elbette, hayattan alınan zevk kişiden kişiye değişir, kimi yatmayı bir hobi olarak görürken, kiminin hobisi Everest'e tırmanmak... Hobiler, ülkelere, kültürlere göre de değişkenlik gösterir, pek çok etken bu farklılıklarda rol oynar. Bu konuda kendimle ilgili düşündüğümde, aklıma bir çırpıda gelen spesifik bir hobim olduğunu söyleyemem. Aslında yaptığım ve bana çok zevk veren uğraşlarım, etkinliklerim var, lakin bunlar hobi sınıfına dahil mi, emin değilim. Tabii, insanın hayatta bazı hobiler edinmesinin de bazı şartları var. Öncelikle, iş hayatından belli bir zaman ayırmak, aile kurduğunuzda eş ve çocuklardan kendinize zaman ayırmak ve benzeri durumlar. Bazı insanlar içinse, hayatta kalma, ve geçim derdi, bırakın bir hobiye zaman ayırmayı, uyumaya bile zaman bırakmayabilir. Şuna inanıyorum ki, insanın hayattan zevk alması için, hatta ailesine, çevresine daha yararlı olabilmesi için, kendince belli başlı zevkleri, kendine ayırdığı belli zaman dilimleri olabilmeli. Dünya zaten yeterince stres yüklü, bizim coğrafyamız ve dahi bu coğrafyanın nimetini de külfetini de yüklenmiş memleketimiz, insanımızın stres yükünü katlıyor. O yüzden bu cenderenin içerisinde, az da olsa insanın kendisine zaman ayırması yararlı olur, düşüncesindeyim. Bahsettiğim şey, illa bir kayak merkezine gidip kayak yapmak ya da dağcılık gibi günümüz dünyasında bütçe olarak külfetli sayılacak cinsten hobiler değil. Bir ormana veya sahile gidip bir yürüyüş yapmak bile, insan ruhuna çok iyi gelebilir. Bazen şahit oluyorum, gençler ülkemizin bazı geri kalmışlıklarını dile getiriyorlar, yurtdışında daha kolay ulaşılabilen bazı aktiviteler, hobiler bizim ülkemizde lüks kalıyor, diye...

Evet, haklı oldukları yanlar var, ama şu da unutulmamalı ki, bizim ülkemiz 100. yılını yeni dolduran bir ülke. Kurumsal olarak da kültürel olarak da gelişme sürecindeki ülkeler kategorisinde. Gençlerimiz bilmeyebilir (Allah ülkemize, milletimize o günleri tekrar yaşatmasın), lakin sadece 25-30 yıl önceki Türkiye göz önüne getirilirse, kaydedilen gelişimin hiç de azımsanmayacak bir gelişim olduğu görülecektir. Sadece maddiyata dayalı bir durum değildir hobi edinmek, bir hayat görüşü, kültürel gelişim, hayata bakış sürecinin sonucudur. Bazen Tv'de adını bile bilmediğim Milli takım veya spor kulübü kategorilerinde, bazı spor dallarının yarışmalarını izliyorum. Kendi kendime, niçin bu kategorilerde bizim sporcumuz yok, diye hayıflanıyorum. Sorsanız, o spor dalının ismini dahi bilmiyorum ve eminim ki, benim gibi bir çok vatandaşımız da bilmiyordur. Lakin, görüyorum ve şuna inanıyorum ki, önümüzdeki yıllarda bu bahsettiğim spor dallarının veya hobilerin bir çoğu bu topraklarda da yeşerecektir. İnsanımıza imkan verildiğinde, neler başardığını her geçen sene göğsümüz kabararak görüyoruz. Son senelerde bazı spor dallarını yaygınlaştırmak ve gençlerimizi teşvik etmek için canhıraş çalışan kişileri ve mahallelerimizde artan sosyal alan sayısını (futbol, basketbol sahaları, hatta tenis kortları...) gördüğümde ümidim artıyor. Biz, yeni bir Cumhuriyet sayılırız, 100. yılın içerisindeki bir cumhuriyetiz. Devletler için 100 yıl, çok kısa bir süreçtir, devede kulak bile sayılmaz. İlk yüzyılı iyisiyle kötüsüyle atlattık, artık önümüzde yediden yetmişe herkesin üzerine düşen vatandaşlık görevlerini layıkıyla yapıp, şahlandırmamız gereken ikinci yüzyılımız var. Bir ülkenin gelişimi, sadece sanayi gelişimi, silah sanayisi gelişimiyle ölçülemez; kültürüyle, sanatıyla, sporuyla top yekun değerlendirilir. Ve insan kalitesi; kendine ayırdığı kaliteli zaman, ülkeye kattığı değer ve bence en önemlisi toplumsal kurallara ne kadar riayet ettiğiyle ilintilidir. Ve mutlu insan kendisine zaman ayırabilen, dünyayı takip edebilen, çeşitli hobileri olabilen insandır. Bana bu kadar hobi meselesini yazdıran ise, çok ilginç bir haber, A.B.D'de ilginç bir hobi varmış, Amerikalılar yılın belli zamanı savaş kostümleri giyip toplanıp (sadece kostüm değil, askeri arabalar, çadırlar, kuru sıkı silahlar hatta otomatik silahlara kadar detaylı), kendilerince canlandırmalar yaparak, zaman geçiriyorlarmış. 1960'larda başladığı düşünülen bu hobinin başlangıç noktası Amerikan iç savaşı, canlandırmalarla popülerleşmiş, daha sonra çeşitli savaş üniformalarıyla çeşitlendirilmiş. 1980-1990'larda zirveye ulaşmış. Çoğu askeri tarih araştırmacılarından oluşan bu insanlar hafta sonunu izci kampı tadında geçiriyorlarmış. Kimisi bu savaşlara katılmış atalarını yad ediyormuş, kimisi askercilik oynamak için, kimisi ise manevi duygularla katılıyormuş. Otantiklik en önem verdikleri şeymiş. Orijinalliğe erişebilmek için bolca zaman ve para da harcıyorlamış. Bunlarla kalmayıp, canlandırdıkları dönemlerin talimnamelerine uygun askeri eğitimler yapıyor, bazıları gerçeklik duygusunu içlerinde tamamen içselleştirmek için, çok soğuk havalarda hiçbir modern malzeme kullanmadan 48 saat kamp yapıyormuş. İşin en ilginç tarafına gelecek olursak, bu Amerikalılar arasında Osmanlı askeri kostümü giyenler de varmış. Bu arkadaşlar, ABD İç Savaşı'ndan Birinci Dünya Savaşı'na geçiş yapmışlar. Okudukları kaynaklardan etkilenip, Osmanlı askeri canlandırmaları yapmaya karar vermişler. Bu zamana kadar ülkemizin çeşitli şehirlerinde Çanakkale savaşı, Sarıkamış Harekatı canlandırmaları organize etmiş biri olarak, bu hobi beni ziyadesiyle neşelendirirken, bir yanım biraz buruklaştı. Az önce bahsettiğim canlandırmalarda insanlarımızın böyle etkinliklere ne kadar aç olduğu, özellikle çocukların nasıl ilgiyle gezdiklerini hatırlayıp, keşke böyle hobiler bizim ülkemizde de yaygınlaşsa, babalar oğullarıyla, hatta dedeler torunlarıyla böyle etkinliklere katılıp, hem tarih bilinci kazansalar hem de eğlenseler diye, içimden geçmedi değil! Belli mi olur, o günleri de görür bu gözler belki! Hayırlı Pazarlar efendim...