Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

Kendini Arayan İnsan

"Bütün canlı ve cansız varlıklar, hem var olmak hem de başkasının varlığında var olmayı reddetmek suretiyle orijinal kalmak için çırpınmaktadırlar. İşte, oluş ve hayat böyle bir hercümerci ifade eder. Öyle görülüyor ki, bütün varlık tezahürleri bir tek varlık prensibinden güç almaktadır. Böyle ise, ya yaratıkların hepsi canlıdır yahut yaratıkların hepsi cansızdır, ya da canlı ve cansız ayrımı insan zihnine yansıyan bir varlık oyunudur.

Biz insanlar, varlığın ve kainatın insanın lehine istismarını meşru buluruz. Ancak, insanın istismarını gayrimeşru bulur ve önlemeye çalışırız. Davamız, insanın haysiyetinin korunması ve insanın insanca yaşaması, yani orijinal kalması, madde ve mana planında bir eşya, bitki ve hayvan derekesine indirilmemesini temindir. Bu temayül, bizim icadımız değil, varlığın bütününe mahsus umumi bir kanun gibidir. Her varlık, orijinal kalmak savaşındadır.

Yaşamak, mutlak ve pasif intibakla mümkün değildir. Mutlak ve pasif intibak, tıpatıp başkası olmaktır. Hayat ve zeka bu türlü intibaka karşıdır. Hayat ve zeka, hiç olmazsa katılaşmaktan, madeni bir mekaniklik içinde kaybolmaktan ürker. Hayat ve zeka, eşyayı didiklerken ona benzemekten çok, onu kendilerine benzetmeye çalışmaktadır. Zeka, H. Bergson'un sandığı gibi, "Eşya alemi ile akraba olmak, eşya ile uğraşırken evinde imiş gibi rahat etmek" durumunda değildir. Fakat bizler, zeka kavramı ile akıl kavramlarını bir veya akraba kavramlar telakki ettiğimiz müddetçe zekanın bu vasfını, yani eşyadan veyahut katılaşmalardan gelen etkilere karşı direnişini anlayamayız. Akıl, objektif duyular üzerine kuruludur. Duyularımız ise, varlığı eşya olarak idrak etmeye elverişli bir yaratılıştadır. Halbuki zekamız, belirli bir idrak seviyesi olarak varlığı manaya doğru sürükler.

Akıl, zekanın bu hayatın eşya ile etrafındakilerle temasından doğan, tabii ve sosyal düzendeki ilişkilerin zeka ve hayata sirayetinden başka bir şey değildir. Akıl, hayatın ve zekanın sosyal düzen ile eşya düzeni içinde duyumlara ait dogmatik ve somut idrakler ile terbiye edilişinin ve katılaşmasının bir sonucudur.

Öyle anlaşılıyor ki, estetik, zekanın kendini ve temsil ettiği hayatiyeti ifade etmesidir. Zeka sanatkarken, özlediği "hürriyete" doğru atılırken, eşyaya bağlı akli zincirleri kırmaya çalışırken haz duymaktadır. Estetik, bu hazzın ifadesidir.

İnsanoğlu bütün esrarı ve kesreti, "bir formülle" izah etmeye çalışadursun, parçalar halinde tezahür eden varlık alemi, bu formülü yakalamamıza kolay kolay imkan vermiyor. Zeka, her halde tereddütsüzce bağlanacağı, " Mutlak bir hakikatin" peşindedir. Fakat, sonsuzluk halinde tezahür eden parçalar onu şaşırtmaktadır. "Mutlak Bir" yerine ve "Mutlak Bir"i duyularımızdan gizleyen sonsuz sayıda parça. İnsan zekasının özlediği "Bir" e karşılık, aklın bize sunduğu çokluk... Zekam, en yüce keyfiyet kaynağını araştırırken, aklımın ve duyularımın üstüne kemmiyet, bir sağnak gibi boşanıyor.

Kemmiyet ne? Sayı ne? Üç boyutlu varlık ne kadar küçülürse küçülsün sıfır olamıyor, ne kadar büyütülürse büyütülsün sonsuzlaşamıyor. Madde en küçük iken de, en büyük iken de sınırlı kıymet olmaktan kurtulamıyor. Sınırlı kıymet Mutlak Kıymet olamaz. Çünkü, hangi yöne çekersen çek, hangi yönde yürürsen yürü bir noktada tükenmektedir. Tükenen değer durumunda olan madde ve kemmiyet alemi, yokluğu yok edemediği, idrakimizi sınırsız varlığa ulaştıramadığı için Mutlak Varlık olamaz.

Birçokları, bugün artık eski anlamı ile felsefe yapmak lüzumsuzdur, diyorlar. Bunlara göre, felsefe, belki sadece, ilimden alınan verileri işleyerek ilme yardım eden bir araştırma olmalıdır. Bertrand Russel'ın ifadesi ile bugün için sadece, "ilmi felsefe" den söz edilebilir. Böyle düşününce, felsefe ilimden aldığı desteklerle, biraz daha cüretkar teoriler kuran ve ilmin önünde çalışan bir ışık olmalıdır. Metafizikle ve metafiziğe kaçan konularla uğraşmamalıdır. Çünkü; metafizik üzerinde konuşmak fantazi olmaktan ileri gitmeyecektir.

Bütün bu düşüncelerin tabanında yatan mantık, eşyanın mantığıdır. İnsanı inkara, hiç olmazsa ihmale çalışan niyeti yakalamak mümkün olmuyor. İlmi manada bir felsefeye biz de inanırız, ama bu insanı tezahürleri konusu dışında tutan bir tefekkür demek değildir. İnsanı, eşyanın mantığına göre değil, insan mantığına göre yorumlama imkanını araştırma demektir.

Bunun için, insanı başlıbaşına bir realite kabul etme, ilmi, estetik, mistik eğilim, davranış ve bilgileri ile yani bütün cepheleri ile ele alma, hiçbir te'vile sapmadan izah etmedir. İnsandaki estetik, mistik ve metafizik davranışları aldanış olarak, patolojik bir hal olarak, bu davranışları ilim dışına iterek, daha doğrusu insanı inkar ve ihmal ederek münakaşalara son verebileceğini sanmak çok büyük hatadır.

Öyle seziliyor ki, şimdiye kadar ilim, insanı insan olarak tam manası ile ele alamamıştır. İnsan kendisini bütün olarak ilmin alanına sokamamıştır. Her halde ilim dalları içinde bir dal henüz yerine oturtulmamıştır. Bu ilim dalının ismi: İnsan Bilgisi Bilimi olmalıdır.

İnsan Bilgisi Bilimi, elbette psikolojiden, sosyolojiden ayrı bir şey olacaktır. Bugüne kadar gelen mantıktan daha fazla bir şey olacaktır. Belki de, bugün "mantık" adını verdiğimiz alanın, insana göre yeniden ele alınmasını teklif ediyoruz. Aksi halde eşyanın mantığı ile insanı kavramaya çalışmak pek mümkün gözükmemektedir. Bugün, makine ile insanın, otomotizm ile şuurun, mekanizm ile iradenin farkını kaybeden "mantık" pek yakında insanı elden çıkarmak üzeredir. Biz, insanın yeniden kendisini keşfetmesine yardım edecek yolu açmak zorundayız. Böylece, doğacak İnsan Bilgisi Bilimi, sırf insandan taşan verileri, sırf insanın sahip olduğu bilgileri toplamak, tasnif etmek ve prensiplere bağlamak isteyen bir bilim dalı olacaktır.

Belki de, bugün muallakta kalan konuları ile felsefe ve metafizik, bir bakıma İnsan Bilgisi Bilimi'nin konusu haline gelecek, bu suretle felsefe eski manasını gerçekten ve normal olarak kaybedecektir. Gerçekten de insan, kendisini tam bir realite kabul edecek, sahip olduğu değerleri birer insani gerçek olarak konu edinecek, eşyanın mantığını aşan bir prensipler dizisine ulaşmış yeni ilim dalına çok muhtaçtır.

Hiç şüphesiz bu ilim, insanın nasıl bilgi edindiğini, hangi bedeni, duygusal ve zihni faaliyetlerde bulunduğunu açıklamaya çalışmayacaktır. Bu, psikolojinin konusudur. Bu bilim, ancak ve sadece, insanlığın sahip olduğu ortak kavramlar üzerinde çalışacaktır. Çeşitli tertip, tahlil ve tasniflerle insanın fikir, duygu ve iman hayatına hükmeden tipik ilişkileri bulacaktır.

O halde, İnsan Bilgisi Bilimi'nin prensipleri nasıl yakalanacaktır? Daima değişen ve yenilenen insan bilgisinin ilmi yapılabilir mi? Hiç şüphesiz bu çok güç bir iş olacaktır, ama imkansız değil. Nitekim, içinde bulunduğumuz mekan, zaman, tabiat ve sosyete de dinamik değil mi? Bu dinamik dünyanın ilmini yapmaya çalıştığımız gibi, insanın dinamik olan bilgisinin de ilmini yapmaya çalışabiliriz."

Yukarı da okuduğunuz aforizmaları Seyit Ahmet Arvasi'nin, "Kendini Arayan İnsan" kitabından alıntıladım. Günümüzde, teknolojinin, mekanın ve zamanın içinde kaybolan insanoğlunun acilen İnsan Bilgisi Bilimi'ne ihtiyacı vardır. İdrak edebildiğimiz kadarıyla, gelecek de teknoloji, hız, tüketim daha çılgın hallere gelecek, ancak bunların içinde insanı bulamayacağız sanırım!