Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

Köyümüzü bize geri verin!

Dünya insanlığının başına bela Covid sürecinin başlamasıyla beraber, yüksek risk grubundan olmam hasebiyle soluğu memleketim Ordu’da aldım.

Bir yandan da doğduğum, çocukluk yıllarımın geçtiği topraklarda olmaktan çok da mutlu oldum!

İnsan, ‘’Keşke her şey yolundayken, birtakım hırslarımdan, koşuşturmalarımdan vazgeçip daha sık gelseydim’’ diye, kendisini sorgulamıyor da değil!

İnsanın doğup büyüdüğü topraklar, geçmiş hafızasını da saklamakta her bir köşesinde!

Sıla, yürümeye ilk başladığın yıllardan başlıyor anlatmaya, yere ilk kapaklandığın anı da...

Yaptığın haytalıklar sonunda yediğin şaplak bir köşeden kıs kıs gülüyor...

Hele de bendeniz gibi köydeyseniz, her bir meyve ağacı, her bir kuş sesi birbiri sıra anlatmaya başlıyor, geçmişini sana!

Elli küsur yıllık ömrünün kırk yılı şehirlerde geçmiş birisi olarak, uzun bir aradan sonra bu kadar uzunca bir süre köyünde yaşamak, ‘’Karaağaç Köyü’’ isminin hayatımda ne kadar da çok anlam ifade ettiğini fark ettirdi!

Anamın tarlasını, mısırı, fındık bahçesi, tavuklarımızın kümesi, Altın ineğimizin ahırı…

Fındık bahçemizdeki çilekler, Taflan, elma, armut ağaçları...

Belki tırmanıp da kiraz topladığım Çal Kiraz ağacımız yok, ama benden sonra babamın aşıladığı yeni kiraz ağacının kirazından da doya doya yemek nasip oldu hamd olsun!

Sahi, benim uzanıp dalından Taflan yediğim ağaç da yok, ama onun kökünden bitip büyüyen Taflan ağacından taflan yiyebildim.

Sahi, ben otuz yıl sonra Taflan yedim!

Bu yazıyı da rahmetli anacığımın elleriyle diktiği, Ihlamur ağacının altında yazıyorum!

Elma ağacına tırmanmış üzümlerin olmasına daha var. Bilir misiniz, bizim oraların üzümlerinin rengi siyah olur, kabuğu çıkar!

Galdirik mevsimi de geçti, ama olsun galdirik turşusu yapabildik bu yıl!

Havalar yağmurlu, bu zamanda bol fındık kirmidi olmalı deyip, dolaştığım fındık bahçelerinde, bir tek kirmit bile bulamamak, üzdü beni! Babam ‘’Sırgan zehiri bitirdi kirmidin kökünü ‘’ dedi iç çekerek!

Hay sizin ısırgan zehiriniz batsın, emi..?

Nefeslenmek için ayağa kalktığımda görünce aklıma geldi, benim ilk çiğnediğim sakız, bahçemizdeki doruk ağacından bıçkımın ucuyla kazıdığım çam sakızıydı!

Bütün görkemiyle, ‘’Gel, senden sonra gövdemdeki sakızlarımı kazıyan olmadı’’ diyor bana!

Bir araba yaklaştı, baktım minibüsten bozma kırmızı renkli pikabıyla merhum Mustafa amcamın oğlu Kâmil abi geldi!

Selamünaleyküm deyip, yanı başımdaki kütüğün üstüne otururken, cebinden çıkardığı üç armutu uzatarak, ‘’Başköy’den, ye’’ dedi.

Sizi imrendirmiş olmayayım, inanılmaz bir lezzet!

Derken, cep telefonum çaldı arayan oğlum Burak Alp, yollamasını istediğim kitapları postaya vereceğinden adresi sorduğunda, ‘’Karaağaç Köyü Ordu’’ dedim, Kâmil ağabeyim itiraz etti, ‘’Artık köy yok köy yok, Karaağaç Mahallesi Yeni sokak No ..’’!

Köy yok mu?

Kâmil ağabey, ‘’He ya, böyük şeher olduk, köy yok mahalle var’’..!

Ne yani, ben artık Ordu Karaağaç Köyü doğumluyum diyemeyecek miyim?

Yapmayın ağalar, gözünüzü seveyim, zaten topu topu otuz kelime ile gerisi nida ve emojilerle konuşan neslin dünyasından, ‘’köy’’ ü çıkarmayın!

Anadolu köysüz olmaz!

Bu devletin efendisi köylülerdir!

İlk kazma, bu Anadolu’nun köylerinin bağrına vuruldu!

Hem ne zararı var köyün, sizin büyükşehirlerinize?

İçişleri Bakanımız Sayın Süleyman Soylu Bey, bizim önümüze düşün de bize köyümüzü geri versinler..!