Ahmet Yenilmez

...

Haya sıyrılmış inmiş, öyle yüzsüzlük ki heryerde

Ne çirkin yüzleri örtermiş, meğer o incecik perde

Vefa yok, ahde hürmet hiç, lafe-i bi medlul

Yalan raiç, hiyanet mültezem, heryerde hak meçhul

Ne tüyler ürperir ya rab, ne korkunç inkılab olmuş

Ne din kalmış ne iman, din harab, iman türab olmuş

Sofuluk satıyorsun, elinde boy boy tesbih ...

Aslına bakarsanız, bugünkü yazıma bu şiirle başlamayacaktım! Ne hoş tevafuktur ki, bugün, şairimizle bendenizin doğum günü!

Mehmet Akif Ersoy’un 147. doğum yıldönümü, benimse yarım asrı geçen ömrüm..!

Merhum Akif’ten hicap edip affına sığınarak, demeliyim ki, biz de az şey yaşamadık!

Hayat yolunda hayalimizde bile olmayan şeyler yaşadık ya da şahidi olduk!

Acıya, burukluğa, az da olsa sevince dair, neler neler..!

Buyurun, son birkaç günden iki ibretlik hadise..!

Geçenlerde, bir Prof. Dr. Hocamız, üniversite talebelerimiz, üniversitelilerimiz hakkında, maksadı bir tehlikeye dikkat çekmek de olsa, asla bir münevverin lügatında olamaması gereken sözler sarf etti!

Devlet ciddiyeti ve mesuliyetleri gereği de Sayın İbrahim Kalın, Sayın Fahrettin Altun Beyefendiler de konuyla alakalı, münevver lisanı, devlet ciddiyeti gereği beyanat verdiler!

Aman Allah’ım, birileri de bir yerlerden düğmeye basılmışcasına, Sayın Kalın ve Sayın Altun üzerinden edebe mugayyir lakırdılar ettiler!

Eğer, üniversitelerimizde durum buysa, birinci derecede suçlu başta isimlerinin başında Prof. Dr. olup, bizzat üniversitelerde ders veren sizlerdedir beyler!

Bu lakırdının zamanlamasına da ayrıca mim koymak gerekir de…!

“Edep Ya Hu” diyelim!

Asıl, zamanlamasından tutun da her bir zerresine kadar enteresan hadiseye buyuralım!

Ankara’da kapısı çalınacak, çare umulacak bir ağabeyimiz var, Devlet ağabey!

Hatırlıyorum da merhum Başbuğ Alparslan Türkeş’in Ankara Dil Okulu’dan çıkışını...

İzmir Gümüldür Çukuraltı’nda, Buick marka otomobilinde, Başbuğumun en önde oturuşunu...

Hele hele, Ankara Atatürk Kapalı Spor Salonu’nda MÇP Kurultayına girişini..!

Sonrasında ismini yüreğimde bildiğim, kendisini Hasret, Genç Arkadaş dergilerinden gördüğüm, sonrasında aralıksız yanında olmaktan şeref duyduğum Ülkücülerin ağabeyi, Muhsin Abi’nin tahliyesini..!

“İşte tamam, şimdi tamam olduk” diyerek sevinç gözyaşlarımızı sildiğimiz yıllar!

Bu doğum günümde nereden mi çıktı bu bahis?

Efendim, dün ajanslara bir haber düştü, “Kılıçdaroğlu , Kaftancıoğlu, İmamoğlu Başbuğumuzun zevcesi Saygıdeğer Seval Türkeş Hanımefendi’yi ziyaret etmişler…

Bu haber cümlesinin sonuna ne getireceğimi bilemedim doğrusu!

Ne bileyim işte, anlayın beni!

En hafif ifadeyle kekremsi oldum, ne bileyim lal oldum, oldum da oldum işte!

Sakın ha, kimse bana, “Ne güzel işte, barış, sevgi, nezaket “ demesin, sakın!

Eğer, birileri bizi ahmak yerine koyar da lakırdıya, “Ne güzel işte” ile başlarsa, yüreğimizdeki asla iyileşmeyecek yaralarımızın kabuğu ile oynar!

Mazallah..!