Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

Sözün tamamı aptala söylenir...

Gelin bu Pazar, gündemden biraz uzaklaşalım ve film dünyasına dalalım. Geçtiğimiz haftalarda Hollywood yeni bir Napolyon Bonapart filmi piyasaya sürdü. Piyasaya sürmek kelimesi sanat ile yan yana gelince biraz tuhaf geliyor, ama maalesef hayatın gerçekleri bunlar. Yönetmenliğini Ridley Scott'un yaptığı, başrolünde Oscar ödüllü Joaquin Phoenix'in olduğu, tam olarak bilmiyorum, lakin milyonlarca dolar maliyetle çekilen bir film. Açıkça itiraf ediyorum, ben filmi izlemedim. Dikkatimi çekmişti fragmanlarını izledim, ama filmi izlemedim. "İzlemediğin film hakkında mı yorum yapacaksın Yenilmez ?" Dediğinizi duyar gibiyim, durun durun yazının sonunda ne demek istediğimi anlayacaksınız. Hem artık bu kadar tecrübeden sonra bir fikir sahibi olmak için, illa izlemek gerekmiyor bence, fragmanından da nasıl olduğuyla ilgili fikrim oluşabiliyor. Olumlu olumsuz, epeyce eleştirisini okudum. Ve vardığım sonuç şu oldu, tam bir piyasa filmi olmuş. Derya gibi para harcanmış, ruhu olmayan tipik bir Hollywood filmi...

Hollywood dünyanın film endüstrisinin bir numaralı oluşumudur. Hollywood'u kötülemeyeceğim tabii ki, böylesine bir endüstriyi oluşturmak kolay iş değil, inanılmaz kaliteli ve derinliği olan işler de çıkar Hollywood'dan, lakin değirmenin dönmesi için genellikle insanı manipüle eden ve zihin bulandıran filmler çoğunluktadır. Hele ki, son yıllarda (son 15 yıl diyebiliriz) adına Marvel Evreni denen saçmalık Hollywood'un kendi içinde bile, bitmek bilmez tartışmalar doğurdu. Hollywood'un kallavi yönetmenleri (Tarantino, M. Scorsese vb.) Marvel Evreni denen şeyin sinemayı bitirmeye doğru götürdüğünü, röportajlarda dile getirmişlerdir. Tabi ne kadar büyük yönetmen olursan ol, zamanın ve değişimin önüne geçemiyorsun, anında geri kafalı yaftasını yiyorsun. Konumuza dönecek olursak, o saçma Marvel Evreni'nin filmleri olduğu gibi, asıl babaların filmleri de dünya sinemasına yön göstermiştir. Her ne kadar Hollywood yapımları benim film dünyamda olmasa da bir de gerçekler var. Yazıya konu olan Napolyon filmi ise (2023 yapımı) bütçesi ve oyuncuları bağlamında sağlam bir film olarak gözükse de vasat bir film olmuştur. Son yıllarda yapılan biyografi filmlerinde yapılan bir hata gözüme çarpıyor. Bence biyografik bir film yapılıyor diye, illa da bu kişinin hayatındaki tüm evreleri göstermenin bir manası yok. Şurada doğdu, çok fakirdi, tam bir serseriye dönüşecekken, büyük bir komutan oldu vs. diye, göze sokmanın bir manası olduğunu sanmıyorum. Eğer, seyirci bir belgesel gibi tamamen bu bilgilerin kendisini aydınlatmasını istiyorsa, ya gitsin kitabını alsın -ki böylesine önemli karakterlerin hakkında yazılmış düzinelerce kitapları olur- ya da varsa gerçekten belgeselini bulmaya çalışsın.

Sinema üzerine dost sohbetlerimizde sinemanın enteresan bir sanat olduğunu, lakin kategorilendirilmesi konusunun hala tartışmaya açık olduğunu savunurum. Sinemayı, yedinci sanat olarak görmem ben. Bu da tartışmaya açıktır, ancak bunu başka bir yazıda ele alırız. Yeni yapılan Napolyon filmini neden konu ettim derseniz eğer, sebebi yıllar önce izlediğim, lakin yakın zamanda tekrar açıp izlediğim Napolyon'un merkezinde olduğu Waterloo Savaşı'nı anlatan, "Waterloo'' filmidir. İki filmde de merkezde Napolyon var. Sizlerden istirhamım, bugün Pazar, havalarda malum yağışlı ve soğuk ailenizle birlikte açıp, Waterloo filmini izlemeniz. Sinema nedir, layığıyla nasıl çekilir, iyi bir oyunculuk performansı nasıl olmalıdır, Tanrı gibi gösterilen komutanların korkuları nedir ve sinematografi nedir? Bunların hepsini görebileceğiniz harika bir film. Moda ifadeyle, daha fazla spoiler vermeden, şu bilgileri vereyim: 1970 yılı İtalyan-Sovyet ortaklığı yapımı tarih filmidir. Sergey Bondarchuk tarafından yönetilen ve yapımcılığını Dino De Laurentiis'in üstlendiği film, Waterloo Muharebesi'ni anlatmaktadır. Film savaş sahneleri ile ünlüdür. Filmde, Rod Steiger Napolyon Bonapart'ı, Christopher Plummer'de İngilizlerin büyük komutanı Duke of Wellington'ı oynamıştır. Ayrıca sinema dünyasının büyük aktörü Orson Welles'in de, XVII. Louis olarak küçük bir rolü vardır. Filmde yaklaşık 15 000 sovyet piyadesi ve 2000 civarında süvari kullanılmış, film yapımı sırasında yönetmen Sergei Bondarchuk'un, dünyanın en büyük 7. ordusunun başında olduğuna dair espriler yapılmış. Sadece bir savaşını ve de son savaşını konu alan filmle, bir sıralar dünyaya hükmeden Napolyon'un nasıl biri olduğunu, öyle iyi hissediyorsunuz ki.. Ve bu film 1970 yapımı, 1970'te o prodüksiyonel kaliteye, bir filmin son halkası olan figürasyonların her birinin filme kattığı kaliteye şahit olduğunuz da,"İşte film budur be'' diyorsunuz!

Bu konu vesilesiyle, yine aynı noktaya gelmiş oluyoruz; zaman geçtikçe kalite düşüyor, 2000 yılındaki, "Milenyum Eşiğinde Türkiye'' adlı oyunumda da söylediğim gibi, önce kokladığımız çiçekleri plastik yaptılar, sonra yediklerimizi değiştirdiler, en sonunda da zihin dünyamızla oynadılar. Kaliteli, kalitesiz farkını ortadan kaldırıp, çılgınca tüketen, sorgulamayan, ne verilirse yiyen, her hıyarım var diyene tuzla koşan bir dünya yarattılar. Eee, böyle bir dünyada da, Napolyon anlatmak için de tabii ki, kuru kuru ezber bir belgeselimsi Napolyon filmi (2023) yaparlar. Waterloo filmini izleyin pişman olmayacaksınız...

Hayırlı Pazarlar...