Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

Türkiye ne yapıyor?

Her defasında da okuduklarım merhum Akif'in sözünü getirir aklıma, ''Tarih'i 'tekerrür' diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi'' .

Aslına bakarsanız, insan yaşadıklarından bir şekilde ders alır ve hayatını da buna göre planlamaya çalışır, çalışır çalışmasına da ne kadar başarabilir, o belli değil!

Çünkü, biz sadece kendimizden ibaret değiliz. Ailemiz, sokağımız, mahallemiz, şehrimiz, bölgemiz, ülkemiz, komşu ülkeler derken, hayat hikayemizi paydaşlarımızla yazmak zorundayız.

Ne zaman ki, bir olmayıp çok olmaya, hayat hikayemizi çoklukla paylaşmaya başlarız, işte o zaman, ipin ucu sadece bizim elimizde olmaktan çıkar, paylaşım gündeme gelir.

İşte, her şey de burada saklı...

Nasıl bir paylaşım?

Adil mi acaba?

Birileri kural koyar, biz insanlar da payımıza düşene razı olmak zorunda kalırız. Ne zaman ki payımızdan memnun olmayız, işte o kuralları koyan, yani adaleti dağıtanın gözünde asi, anarşist, tek kelime ile bozguncu oluruz!

Zira, adalet denilen terazi, güçlünün elindedir. Kuralları, senin alacağın payı tayin edip, karar verip, dağıtan da o güçtür. Neticede anlaşmazlıklar kavgalar, derken binlerce canlının ölümüne sebep olan savaşlar!

Anlaşmazlıkları, kavgaları ve savaşları, işte, o adalet terazisini(!) elinde tutanın gücü şekillendirir!

Buyurun, Ukrayna...!

Dönüp baktığınızda, Ukrayna'nın gerek devlet geçmişi gerek devlet tecrübesiyle, Rusya'nın karşısında bu kadar direnememesi gerekirken, neredeyse ikinci ayı da dolacak!

Bir yerde savaş varsa, o savaştan sadece savaşan taraflar değil, komşuları, hatta tüm dünya etkilenir. Bu etki, ya zarar görme ya da gücüne güç katma şeklinde tezahür eder.

Adalet terazisini elinde tuttuğunu iddia eden taraflar çoksa, iş iyice içinden çıkılmaz hale gelir!

Irak, Suriye derken, Ukrayna Rusya savaşının simitten ekmeğe, elmadan armuta, mazottan gaza hemen hemen her kalemde, fiyatları ne hale getirdiği ortada! Hadiseyi sadece göç açısından bakıp yorumlarsanız, hata yaparsınız.

Adalet terazisini elinde tutan güç, ister tek ister birçok el olsun, işte, o el ya da ellerin hedefi istedikleri gibi tasarım yapmaktır.

Bölgelerin demografik yapısından tutun da o demografik yapının ne yiyeceğine ne içeceğine işte, o gücü elinde tutanlar karar verirler! Ya güçlerden biri ya da birkaçı, diğerini ya da diğerlerini yok eder, kendi dediklerini uygular ya da paylaşımı kendi aralarında yapıp, diğer insanlara da neyi ne kadar vereceklerine karar verirler!

Bu dağıtımı, NATO, Varşova Paktı, AB, Dünya Sağlık Örgütü gibi kuruluşlar aracılığı ile yaparlar.

Hatta, mikrobu üretip dünyaya salıp, ilacını, aşısını üretip, zorla insan ya da insanlara enjekte etmek gibi!

İşte, bu durum da özellikle İslam Medeniyeti coğrafyasında kadercilik gibi algılanıyor, oysa bu durum kader kavramının anlamına ters bir durum oluşturur!

Peki, yok mudur bu çıkmaz sokağın bir çıkışı?

Elbette, vardır var olmasına da... Bu çıkmaz sokaktan çıkmak için akletmek, idrak etmek, karar vermek gerekir.

Akledip, idrak edildiğinde de aslolanın Hak olduğu ve olması gerekenin de Hakça bölüşüm olması gerektiği gerçeği kendini dayatır.

Siz, Hak değil de adaleti ararsanız, o adalet terazisini elinde tutan güç ya da güçler, korkarım sizin doğuştan elde ettiğiniz, yani yaratıcının size verdiği hakları bile elinizden alır!

Yaşama hakkı, kendi dilinde konuşma, inandığın gibi yaşama hakkı...!

Bu haklarını da birine devredersen, zaten senin akletmen, idrak etmen de mümkün olmayacağından yaşadığın zamanın tarifi içerisinde köle olmaya mecbur kalırsın!

Merhum Akif'in mısralarına bakar mısınız, "...Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim,

Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim!

Adam aldırmada geç git! , diyemem aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım...''

İşte, Türkiye Cumhuriyeti Devleti tam da bu mısraların gereğini yapıyor.