Rasim Ozan Kütahyalı

Rasim Ozan Kütahyalı

Cansu Çamlıbel olayı ve geçmişle hesaplaşma

Son yazım epey gürültü kopardı. Kimi kamuoyuna açık yazan kimi doğrudan bana yazan epey tepki aldım. Bugün hepsine cevap vereceğim.

*

Benim o yazım özünde büyük yazar Adalet Ağaoğlu’nun vefatının ardından duygulu bir yazıydı. Ağaoğlu’na sırf 2010 referandumuna evet dedi ve askeri vesayete karşı demokratik siyaset kurumunu destekledi diye sol camia tarafından yapılan haksızlıkları ifade eden bir yazıydı.

*

Adalet Hanım’ın ardından Türk medyasında çıkan yazıların hemen tamamını okudum ve en çok Cansu’nun yazısını beğendim. Cansu da Ağaoğlu’na dair çok duygulu ve içten yazmıştı.

*

Bu yazıyı kaleme aldığım sırada Cansu’dan bahsederken otomatik olarak zihnim bana göre haksızlık olan o süreci hatırladı. Hiç hesap kitap yapmadan bunu yazdım.

*

Elbette bana bizzat gelen tepkilerin ifade ettiği gibi o arkadaşımızın yazar olması Cansu’nun da köşe yazarı yapılmasına engel değildi.

*

Yani Çamlıbel tam yazar yapılacakken o süreci durdurup ayağını kaydırma ve yerine başkasını geçirme diye bir olay yoktu. Zaten Aydın Doğan’ın gündeminde Cansu’yu yazar yapmak hiç yoktu.

*

O süreçte kimsenin aklından “Cansu’yu engellemek” diye operasyonel bir hedef geçmiyordu.

Ama birazdan anlatacağım gibi dolaylı sonucun öyle olduğunu ben sonradan anladığım için bunun mesuliyetini ve üzüntüsünü hep hissettim.

*

Doğrudan amaç öyle olmasa da bilvasıta netice Cansu’ya sinir krizi geçirtmişti. Ben bu sebeple üzülmüştüm. Dolayısıyla o dönem yazar olan kişiyi de dedektif gibi aramak, suçlamak, dövmeye çalışmak gibi tavırlar da çok haksızlık olur. Birine kızacaksanız bana kızın.

*

O arkadaşım “Cansu’ya kumpas kuralım da yerine ben yazar olayım” düşüncesinde asla değildi. Ben öyle bir kötü niyetini görmedim açıkçası. Eğer benim bilmediğim şekilde Cansu’ya nispet etmişse, Çamlıbel’i daha da çıldırtmaya çalışmışsa o zaman işler değişir. Varsa öyle bir durum Cansu açıklasın. Adaletli olmak lazım.

*

Benim son derece duygulu ve samimi şekilde sansürsüz yazdığım, bana Adalet Ağaoğlu kitabı hediye eden ve benim kendisine Friedrich Hayek kitabı hediye ettiğim çocukluk arkadaşım Aylin Kuryel’den ve Cansu’ya yaptığımı düşündüğüm haksızlıktan bahsettiğim “Adalet Ağaoğlu’na vefasızlık ve benim yaptığım bir haksızlık” başlıklı yazımdan “Birini yazar yaptığını övünç ile anlatan yazı” çıkartmayı ancak Fatih Altaylı zihniyeti tasavvur edebilirdi herhalde.

*

Beyni güç savaşlarıyla tamamen kaplanmış kötü niyetli bir zihne sahip Altaylı. 58 yaşında olmasına rağmen gençlik komplekslerinden de kurtulamıyor. Sanırım tedavisi mümkün değil. O yazının son “yavşaklar” bölümünde de Ertuğrul Özkök ve Zafer Mutlu’ya yönelik bitmeyen kompleksini ifade ediyor.

*

Fakat ben de tam da bu vesileyle Fatih Altaylı ile alakalı yaptığım ve pişman olduğum bir davranışı da dürüstçe paylaşacağım bugün sizlerle.

*

Ben her konuda geçmişle hesaplaşmanın bir yazar için ahlaki mecburiyet ve mesuliyet olduğuna inanıyorum. Bizim ülkemizde böyle bir entelektüel geleneğin zerresi bile yok, ama doğrusu budur.

*

Yazarların kahir ekseriyeti yaptıklarının ve yaşadıklarının üstüne örtme ve kendine dair “hacıyografi” anlatma derdinde Türkiye’de.

*

Bana cevap veren Cüneyt ve Kübra’da da bu “hacıyografi” havasını gördüm maalesef. Elbette her “hacıyografi” baştan sona palavra olmak durumunda. Mesela Cüneyt Özdemir, sadece son 12 Nisan 2020 hadisesinden sonra yaşadıklarını, zorunlu yalpalamalarını, yaptığını fark ettikten sonraki paniğini, içsel gelgltlerini dürüstçe bir videoyla anlatsa çok erdemli davranış olmaz mı?

*

Benimle alakalı çok tartışılan Ergenenekon-Balyoz dönemleri dahil her konuda yüzleşmeye hazır olduğumu hep ifade ettim, ediyorum. Mesuliyetten ve hesaplaşmadan kaçmak korkakça bir tutum.

*

Şimdi Fatih Altaylı ile alakalı yaşadığım pişmanlığa gelelim... 2010 senesinin Kasım ayında genç bir kadın ısrarla benimle görüşmek ve bana çeşitli belgeler iletmek istiyordu.

*

Cüneyt ve Fatih’in haklı olarak ifade ettiği gibi ben haberci ve gazeteci bir insan değilim. Ben sadece bir yazar ve yorumcuyum. Gazetecileri ilgilendiren bu tür belge, yeni haber gibi olaylarla ilgilenmem. Fakat bu kadın çok ısrar edince gelmesini kabul ettim.

*

Bu kadının adı Serap Çil’di. Yanında da sonradan ünlü bir dizi oyuncusu ile evlenen kız arkadaşı vardı. O zamanlar yaşadığım Selenium Twins’in çatı katına onları aldım. Serap Çil koca koca dosyalarla gelmişti. Heyecanlıydı. “Bu konuda ilk kez sizinle konuşuyorum” dedi.

*

Fatih Altaylı ile ilişkisini ve kendisini golf sopasıyla dövdüğünü anlattı, darp belgesi gösterdi. Zaten Kasım 2010 itibariyle hadise yakın bir zaman önce olduğu için Deniz Bulutsuz gibi morlukları vardı. Feci şekilde Altaylı tarafından şiddet görmüştü.

*

Tüm süreci ve sonradan mahkemede de ispatlanacak olan dekontları ve mesajlaşmaları gösterdi. Uzun süre de lüks bir otelde kaldığını yine faturasıyla gösterdi. Altaylı’nın susması için çok para verdiğini anlattı.

*

Elinde bol bol mahrem fotoğraf da vardı. Anladığım kadarıyla işler kötüye gittikçe artık kendi doğruluğunu ispatlamak için somut kanıt toplamaya girişmişti.

*

Tüm bunları dinledikten sonra neden ısrarla bana gelmek istediğini sordum. O da bana “Fatih herkesle dalga geçer, alaya alır. Hiçbir şeyi ciddiye almaz havadadır. Bir tek sizin ve Aydın Doğan’ın ismi geçtiğinde kimyasının bozulup sinirlendiğine defalarca şahit oldum. Sizden bir korkusu var. O yüzden size geldim” dedi.

*

Ben o zaman Serap Çil’e öncelikle mahkemeye gitmesini tavsiye ettim. Bir problem olursa yanında olacağımı söyledim. Benim haberci olmadığımı ve köşemde durduk yere böyle bir özel hayat meselesini yazmamın anlamlı olmayacağını söyledim.

*

Bugünden baktığımda 2010 itibariyle bariz ve taptaze yaşanmış bir kadına şiddet olayını küçümsediğimi görüyorum ve bundan ötürü büyük üzüntü duyuyorum.

*

Özel hayat ile kadına şiddet olayını tefrik etmeliydim, bunu yapmadım. Feministler bu davranışımın altında gizli bir kepaze erkek dayanışması görebilirler. Bu tenkitlerinde de haklı olurlar.

*

Fakat bundan daha da büyük pişmanlığım var... Serap Çil’in bana gelip belgelerle bunu aktarmasından bir süre sonra arkadaşlarımla gittiğim bir restoranda o zaman Fatih Altaylı ile çok yakın olan Rahşan Gülşan’a rastladım. Rahşan da bizim masaya oturdu.

*

Sonrasında hoş beş ederken bu Serap Çil olayından haberi var mı diye Rahşan’ı yokladım. O da bilmiyor havalarındaydı ama konuyu merakından birşeyler bildiği belliydi.

*

Sonra Rahşan bana ısrarla sormaya başladı. Herşeyi açık açık söylemedimse de ketum davranmadım. Altaylı’nın bir bataklığın içinde olduğunu anlattım.

*

Bu görüşmeden 4-5 gün sonra Serap Çil ile ilgili ilk haberler patlamaya başladı. Ama bunlar Serap aleyhine ve Altaylı lehine haberlerdi.

*

Çil’in evi polisler tarafından basılmıştı. Bilgisayarına ve evdeki tüm belgelere el konmuştu. Serap Çil’in şantajdan tutuklanacağı yazılıyordu.

*

O hengamede golf sopasıyla feci şekilde şiddet gören bu genç kadın meramını anlatmaya çalışıyordu ama dönemin Fetullahçı İstanbul Emniyeti’nin tam desteğiyle Altaylı hamle üstünlüğü kurmuştu. Ali Fuat Yılmazer ile Fatih Altaylı Serap Çil noktasında tam ittifak yapmıştı.

*

Maalesef dürüstçe söylemek gerekirse buna Rahşan’la gevezelik yaparak ben sebep olmuştum. Çok toy bir hareketti. Fatih Altaylı’nın kellesini dolaylı olarak ben kurtarmıştım. Özel hayatına karışmak istememiştim.

*

Altaylı yaptığı bu kadına şiddet skandalının ve diğer detayların ortaya çıkacağından korkmuş ve hemen dönemin Fetullahçı polis şefleriyle kendi menfaati için işbirliği kurmuştu. Sonrasında ben de bu konuyu gündeme getirdim ama iş işten geçmişti.

*

Serap Çil’in evinin basılmasına ve tüm belgelerin yok edilmesine karşılık yönettiği gazetenin sayfaları da özellikle 17-25 Aralık FETÖ darbe teşebbüsü sürecinde Fetullahçı polis bültenine döndü.

*

7 Mart 2014’te yani bizlerin Ali Fuat Yılmazer başta olmak üzere darbeci polis şeflerinin tutuklanması için 24 saat mücadele ettiğimiz dönemde Fatih Altaylı’nın köşesi adıyla sanıyla Ali Fuat’ın propaganda köşesi olarak çıktı. Tarih 7 Mart 2014.

*

Neyse ki Fatih Altaylı ve Fatih gibi 17-25 Aralık FETÖ darbe teşebbüsünün işbirlikçileri amacına ulaşamadı ve tam 6 sene önce bugün 22 Temmuz 2014’te Ali Fuat Yılmazer ve avanesi darbeci polis şeflerinin tutuklanması büyük gayretlerle başarılabildi. Çok zor bir süreç yaşadık ama başardık.

*

6 sene önce bugün yani 22 Temmuz 2014 tarihi FETÖ’nün bitirilme sürecinin gerçek anlamda başladığı gündür. Fakat öbür konuda benim pişmanlığım ve dolaylı mesuliyetim de ortadadır. O noktada kim ne derse haklıdır.