Rasim Ozan Kütahyalı

Rasim Ozan Kütahyalı

Merkez Bankası kararı yarın ne olacak?

12 Aralık günü Güneş gazetemizin bana ayrılan sütununda yayınlanan yazımda 24 Aralık günü yani yarın için Merkez Bankamızın ne karar vereceği mevzusu üstünde durmuştum. Şöyle demiştim...

*

Sual açık... 24 Aralık tarihindeki Merkez Bankası toplantısında ne karar verilecek? Faiz arttırılacak mı? Yoksa faizler düşürülecek mi?

*

Önce ilkesel-teorik duruşumuzu ortaya koyalım: Faizler düşmeden yani para ucuzlamadan yatırım artmaz ve ekonomi gelişmez. Faizler muhakkak düşmeli.

*

Amaaaaaaaa... Piyasada dışardan ülkemize giren döviz bollaşmadıkça ve yerleşik hale gelmedikçe de faizler kalıcı olarak düşmez.

*

Nitekim 24 Aralık PPK kararında da bana göre pas geçilecek. Faizler aynı seviyede bırakılacak.

*

Böyle yazmıştım ama bana gelen son güncel verilerle değerlendirdiğimde 200 baz puan faiz artış kararı da şaşırtıcı olmaz diyorum.

*

Daha doğrusu hem pas geçilmesi ihtimali hem de 100-150-200 baz puan faiz artırılması seçeneklerinin hiçbiri şaşırtıcı değil.

*

Fakat 250-300 baz ve üstü faiz artış kararı gelirse şahsen benim için şaşırtıcı olur.

*

Ayrıca da böyle önden yüklemeli sert faiz artışı Türkiye ekonomisine çok büyük zarar verir diye düşünüyorum. Tüm esnaflar ve KOBİ’ler patır patır dökülmeye başlar.

*

Kimi uyanık finansçılar böyle aşırı sert faiz artışı olursa dolarizasyon biter ve ters dolarizasyon süreci başlar diye Sayın Naci Ağbal’a lobi yapıyorlar.

*

Ters dolarizasyon ancak cari açığın bitmesiyle oluşur. Cari açığın bittiği seviye doların adil fiyatıdır. Cari açık bitsin, dolar da enflasyon da ZINK diye durur. O an vatandaş dolardan hızla döner. Ters dolarizasyonun kralı yaşanır. Öbür türlü her önlem yapay olur.

*

Yüzde 5 enflasyon ve döviz rezerv hedefi şüphesiz mükemmel bir amaç. Fakat bunun için Paul Volcker tarzı sürekli faiz arttırılırsa ekonomi tamamen boğulur. Esnafların ve KOBİ’lerin hepsi batar. İstisnasız tüm esnaflar ve KOBİ’ler iflas eder. Aşırı dikkatli olmak gerekir, bıçağın iki yüzü var.

*

Bu bağlamda döviz kurunda illa baskılanma olsun ve çok düşsün diye yine belli çevreler tarafından ortalık yangın yerine çevrilmek isteniyor ülkemizde.

*

Yine Türkiye’ye 100 senedir yaşadığı aynı ithalat ekonomisi döngüsü yaşatılmak isteniyor. 100 senedir aynı olay.

*

Kur çıkarsa faiz yükselt, yükselt. Sonra yeniden yeniden yeniden aynı döngü.

*

Önce faizleri düşür sonra kur biraz kıpırdayınca yeniden faizleri yükselt, yatırımlar dursun ve kur yeniden düşsün.

*

Sonra yeniden ve yeniden aynı döngüyü yap. Türkiye bu kısır ve fasit daireden kurtulmak zorundadır.

*

Mevduat faizleri 24-25 seviyesine çıkartılsa da kuru baskılamak bağlamında kalıcı çözüm olmayacak.

*

Nerdeyse tüm ekonomi ve piyasa yorumcuları da, benim saygı duyduklarım da dahil hep eski Türk ekonomisi paradigmasına göre yorum yapıyor.

*

Türkiye’de maalesef “Eğer döviz kuru yükselirse ekonomi kötü demektir” algısı çok feci şekilde yerleşmiş.

*

Topluma da bu ithalat ekonomisi alışkanlığı çok kötü biçimde sirayet etmiş. Döviz kuru biraz kıpırdayınca herkes de bir tuhaf telaş ve panik başlıyor. Medya da aynı şekilde.

*

Başkan Erdoğan hükümetinin savaşması ve yıkması gereken en önemli bariyer bu algı olacak. Daha önce de yazdığım gibi çok zor bir mücadele süreci olacak. Beton gibi bir kalıp algı oluşmuş.

*

Oysa ikinci dünya savaşı ertesi kalkınma dönemlerinde hem Almanya hem Japonya ısrarla kuru inatla düşük tuttu. Yoksa bu iki ülke de ithalat cenneti olurdu.

*

Kendi toplumları ucuza dışardan mal ithal edemeyerek görüntüde bir refah düşüşü yaşadı en başta ama orta ve uzun vadede bu politika ülkelerin imalat ve ihracatının faydasına oldu.

*

Almanya, 1950’den itibaren 1 dolar=5 mark politikasını ısrarla sürdürdü. Değerli Mark’ın Almanya’nın faydasına olmadığı açıktı çünkü.

*

Japonya ve kalkınma olayında onu takip eden Kore de aynı şekilde kuru düşük yani kendi parasını hep değersiz tuttu.

*

Daha önce de yazdığım gibi suni yöntemlerle oluşmuş değerli bir TL değersiz bir Türk ekonomisi olmaya devam etmek demektir.

*

Çin de aynı şekilde kalkınma sürecinde kendi milli para değerini çok düşük tuttu ve hala da öyle davranıyor ki imalat ve ihracat ekonomisi özelliği devam etsin. Hatta bu yüzden ABD ile aralarında sorunlar çıkıyor vs.

*

Bizim ülkemizde ise Meral Akşener’inden Faik Öztrak’ına kadar herkes “Değerli TL demek ülkenin itibarlı oluşu demektir” diye bu palavra algı üzerinden Hükümete saldırıyor.

*

Elbette Türk ekonomisi tam anlamıyla ithalat ekonomisi olmaya çok alıştığı için bu kur artışı en başta enflasyona yansıyacaktır, bu kaçınılmazdır.

*

Fakat zorlana zorlana önce gerekli gereksiz ithalat yapmamaya sonra yine mecburi şekilde içerde daha çok üretmeye ve daha kaliteli imalat yapmaya alışacağız.

*

İçerde daha çok üretirken de ara malı ithalatını da adım adım azaltmaya ve o ara mallarını da içerde imal etmeye zorlanacağız ve yapacağız bunu. Yapmak zorundayız.

*

Düşük kur ve değerli TL ile bu ithalat alışkanlıkları bitmez ve bitemez. İthalat ekonomisi olmaya ve cari açık vererek sürünmeye devam ederiz.

*

100 birim ihracatın çoğunluğu ithalat diyor bana itiraz edenler. Evet şu an ihracatımız da ithalata bağımlı ama işte bu alışkanlık da adım adım zorlana zorlana değişmek mecburiyetinde.

*

Değerli TL oldukça “Dışardan ithal et, burada montaj yap sonra sat” tarzı Türk sanayici alışkanlığı değişmez ve değişemez.

*

Türkiye ekonomisi ithalat gözü iyi çalışan imalat-ihracat gözü ise sık sık tembellik ederek kayan bir insan gibidir uzun senelerdir.

*

Bilindiği gibi bir gözü çalışmamakta ısrar ederek tembellik eden kişilere uygulanan standart tedavi bellidir. Bana göre de Türk ekonomisinin durumu da aynen budur.

*

Çalışan göz bir bantla kapatılır ve o çalışmayarak tembellik eden diğer göz zorla çalışmaya teşvik edilir. Göz tembelliğinin standart tedavi yöntemi budur.

*

Bizim örneğimizden hareketle hep çalışmaya ve iyi görmeye alışmış Türk ekonomisinin ithalat gözü kapatılabildiği kadar kapatılacak ve tembellik eden diğer göz yani imalat-ihracat gözü çalıştırılmak zorunda kalacak.

*

Elbette bu tedavi uygulanırken zorluklar yaşanacak. Geçiş dönemi sancıları ve sıkıntıları yaşanacak ama başka çare yoktur. Acı reçete içilmek mecburiyetinde.

*

Senelerdir içinde yaşadığımız ithalat ekonomisi modeli Türkiye’yi bir debelenme içine boğdu ve boğdu. Değerli TL demek değersiz bir Türk ekonomisi demektir.

*

İşte Türkiye bu yüzden bu düşük kur/yüksek faiz politikasını bırakmak zorundadır.

*

Israrla ve inatla söylüyorum ki Değerli TL üretimsiz ve imalatsız bir ülke demektir.

*

Önce anti-ithalat devrimi sonra imalat devrimi ile ihracat devrimi yapmak zorundayız.

*

Çok sancılı da olsa Türkiye bunu başaracak. Aksi takdirde ayakta kalamaz bu ülke.

*

Elbette bu en başta zahiren bir refah azalışı gibi görünebilir ama orta ve uzun vadede refahımızı gerçek anlamda artıracak bu devrim yapılmak zorundadır.

*

Türkiye bir ithalat ekonomisi olmaya, bu sebeple yüksek cari açık vermeye ve sonra da bu cari açığı finanse etmek için borç almaya ve bu şekilde döngüsel gitmeye çok alışmış bir ekonomiydi.

*

Finans ve ekonomi bakanları da yüksek cari açığı kapatmak için bu sürekli alınmak zorunda olan borçları dış piyasalardan en düşük faizle alıp almama noktasında rekabet yaşardı.

*

“İşte bakın itibarımız çok yüksek. Ne kadar ucuz para bulduk” denirdi. Bu sayede kurlar da düşük olursa bizler de toplum olarak lale devri yaşardık.

*

Bol ve ucuz ithalat devam ederdi. TL çok değerli olurdu. Ama Türk ekonomisi üretim ve imalat yönünden değersiz olurdu.

*

Başkan Erdoğan hükümeti Türkiye’nin bir daha ithalata dayalı düşük kur/yüksek faiz modeline dönmesine izin vermemelidir.

*

İstenildiği kadar kur atakları yapılsın Türkiye yeniden faizleri aşırı seviyede yükselterek eski modele dönmemelidir.

*

Eğer aksi olursa yani Merkez Bankası yine yüksek faizli bir ortam yaratırsa bu, sayacı sıfırlamak demektir.

*

Başkan Erdoğan’ın da sağlam iradesiyle, elbette sancılı bir süreç sonunda, Türkiye imalat ve ihracat merkezli bu ekonomik devrimi yapmak zorundadır. Bu ülke artık ithalat cenneti olmamalıdır.

*

Sanayicilerin, üreticilerin ve imalatçıların fabrikalarını, tarlalarını ve atölyelerini kapatıp önce ithalatçı sonra inşaatçı olduğu ve bu şekilde çok para kazandığı dönem artık tarihe gömülmelidir.