Rasim Ozan Kütahyalı

Rasim Ozan Kütahyalı

Karanlığa inat bir mücadele: Prof. Dr. Önder Kütahyalı

Pazartesi amcam Prof. Dr. Önder Kütahyalı’yı 84 yaşında kaybettik.

*

Önder amcamın gözleri görmüyordu ama kör gözlere inat akılalmaz mücadele verdi hayatta.

*

Müzik tarihi ve müzik eleştirmenliği noktasında tartışılmaz bir otoriteydi.

*

Alanıyla ilgili İngilizce akademik eserleri kabartma metinleri getirterek takip ederdi.

*

Hiçbir zorluk ve meşakkat Önder Kütahyalı’yı müzik tutkusundan ve entelektüel meraklarından geri çevirmedi.

*

Şimdi en azından Önder Kütahyalı müzik arşivi ile kütüphanesinin gelecek nesillere sağlam şekilde kalması için muhafaza edilmesi ve büyük bir ihtirasla bağlı olduğu İzmir’deki konser salonlarından birine isminin verilmesi gerekir.

*

Önder Kütahyalı’nın vefatı sebebiyle özel haber yapan iki yayın organı oldu. Birincisi senelerce köşe yazarı olduğu Cumhuriyet gazetesi, öbürü de Önder Amcam Cumhuriyet köşe yazarıyken 90’lı yıllarda beraber aynı gazetede çalıştıkları Doğan Akın’ın başında olduğu T24.

*

Hem Cumhuriyet gazetesine hem de T24 medya grubuna ince davranışları için teşekkür ediyorum.

*

Lafı fazla uzatmadan Önder Kütahyalı’nın kendini anlattığı satırlarla siz okurlarımı baş başa bırakmak istiyorum. O mücadeleyi bizzat kendisinden dinleyin...

*

Rahmetli hocamız Şemsettin Görenel’den kabartma nota yöntemini öğrendim. Hocamız Josef Stavrides’in orkestra çalışmaları sayesinde birlikte müzik yapma alışkanlığını kazandım.

*

Kasım 1951 de Ankara’ya taşınan okulumuz, Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir 'Körler Okulu ve Yetiştirme Yurdu' olarak yeniden örgütlenmişti. Müdürümüz, değerli hocamız Mithat Enç’ti.

*

Ben oldukça iyi keman çalıyordum ve Ankara Devlet Konservatuarı’na gönderilmem gündemdeydi.

*

Sanırım 1952 yılının Mart ayındaydık. Hocamız Mithat Enç, Millî Eğitim Bakanlığının bir genelge yayımlamasını sağladı. Buna göre ilkokulu bitiren kör çocuklar da öbür okullarda gören öğrencilerle birlikte eğitim yapabileceklerdi.

*

Böyle bir gelişme üzerine ve 1952 yılının Temmuz ayında, arkadaşlarım Hüdaverdi Gaffaroğlu, Şükran Kırıcı ve ben, Ankara Devlet Konservatuarı’na başvurduk.

*

Kurumun Baş Müdür Yardımcısı değerli ozanımız Cahit Külebi, ilk görüşmemizde bizi tepkiyle karşıladı. Kör öğrencilerin Konservatuar’da ne işi var demeye getirdi.

*

Kendisine genelgeyi anlattık. Körler okulunu telefonla aradı ve Müdür Yardımcımız Sayın Emin Sağlamer, hocaya metni okudu. Aynı gün Konservatuarın Müdürü Mithat Fenmen ile de görüşmüştük.

*

Dünyanın en iyi yürekli insanlarından biri olan sanatçı bizi ilgiyle dinledi ve genelgeyi inceleyerek gerekeni yapacaklarını söyledi. Bir süre sonra Konservatuar Danışma Kurulu’nun kararını öğrendik.

*

Kuruma girmemizde sakınca görülmemişti ama orkestra, oda müziği, koro ve ritmik cimnastik gibi toplu derslerden bağışık tutulmamız yolunda alınan karar, bakanlıkça da onaylanmıştı.

*

Kabul sınavını başarıyla verdik ve 1 Ekim 1952 günü derslere başladık. Bakanlık kararına karşın ritmik cimnastik dersini izledik ve öğretmenin istediklerini sorunsuz yerine getirdik.

*

Koroda söylememiz de kolaydı. Lise döneminde başlayan oda müziğinde ise dersin öğretmeni Licco Amar’ın önyargısıyla karşılaştık. Bizi kör olduğumuz için sınıfa almadı. Yönetimle yaptığımız görüşmelerin de yararı olmadı.

*

Orkestra dersi ise yine bizler için engellerle doluydu. Çalınan parçalar sık sık değişiyordu. Bunların kabartma notaya aktarılması ve bellenmesi zamanı ve emeği gerektiriyordu.

*

Yukarıda da belirttiğim gibi konservatuara girdiğimde ileri düzeyde keman çalıyordum. Kabartma notada da eksiğim yoktu. Böylece keman dersleri iyi başladı.

Hocamın istediği etütlerin kabartma metinlerine sahiptim; ancak elimde olmayan notaların sisteme aktarılması sırasında sorunlar çıkacağını yardımcı piyano dersinde öğrendim.

Hocamın verdiği ilk ödev, Oscar Beringer’in piyano metodundan 38 numaralı parçaydı. Bir arkadaşla onu kabartma yazıya çevirmeye başladık. Braille nota dizgesinde bir notanın hangi oktavda olduğu özel işaretlerle gösterilir.

Buna karşılık arkadaşım, 'Birinci çizgide Mi', 'Beşinci çizgide Fa' gibi terimlerle konuşuyordu. Güçlükle anlaşabildik.

Çıkar yol olarak kısa zamanda görenlerin nota dizgesindeki işleyişi öğrendim. Bunu beş çizgiden oluşan nota satırı, sol anahtarı, fa anahtarı, notaların çizgilerin üstüne ya da aralarına yazılması ve beş çizgi dışına taşan notalar için ek çizgi kullanılması olarak özetleyebiliriz.

Zaman içinde bana çok iyi nota yazdırabilen arkadaşlarım oldu. Onlara yazdırmayı kolaylaştıran ilkeleri öğrettim. Örneğin en başta güçlüklerin söylenmesi gerekiyordu. Bağlı, ayrı ve kısa nota gibi çalma yolları da önceden bildirilmeliydi.

Başka bir güçlük de kabartma yazı makinelerimizin olmayışıydı, tablet kullanıyorduk. O sıralarda Altı Nokta Körler Derneği’nin genel yazmanı olan değerli ağabeyimiz Gültekin Yazgan, bizim için Almanya’dan makine getirtilmesini sağladı.

Böylece ikinci yılda işler kolaylaştı. Konservatuvar eğitiminde kültür dersleri düşük yoğunlukluydu. Hocayı dikkatle dinliyor, gereken konuları arkadaşlarıma okutuyordum.

Normal daktilo makinelerimiz olmadığından yazılı sınavlardan sonra hocalar bizi özel olarak sözlü sınava alırdı. Bu duruma çok üzüldüğümü söylemeliyim; ama parasızlık yüzünden daktilo edinemedim.

Lisede armoni dersi başlamıştı. Burada, tek sesli bir ezgiyi dört sesliye çevirmeyi öğreniyorduk. Her ders hoca ödev verir, öbür derse dek yapılmasını isterdi.

Ödevlerimi kabartma olarak hazırlıyor ve bir arkadaşıma yazdırıyordum. Bu işlemde yukarıda anlattığım nota yazdırma olayının tersi söz konusuydu. Arkadaşıma her sesin beş çizgi satırının neresinde olduğunu söylemek zorundaydım.

Yıl sonundaki armoni sınavına kabartma makine ile giriyordum. Ödevimi bitirince notayı hocama veriyordum. Sınavın sonunda da notayı hocaya yazdırıyordum.

1958 yılının Haziran ayında konservatuvarın lise aşamasını bitirerek yüksek döneme geçmiştim. Burada dersler azdı, üstelik Licco Amar okuldan ayrılmıştı.

Böylece arkadaşlarımın oda müziği çalışmalarına katıldım. Dersin hocası olan Martin Bochmann ile aramız çok iyiydi.

Birliktelik sorununu da şöyle çözmüştük: Bir yaylı çalgılar dörtlüsünde giriş işaretlerini birinci kemancı verir. İkinci keman çalmama karşın bizim dörtlüde bu görevi ben üstlenmiştim.

Ankara Devlet Konservatuarı’nın 1950li yıllarda uyguladığı eğitim programı günümüzdekine kıyasla epey hafifti.

Geriye baktığım zaman şanslı sayıldığımı anlıyorum ancak şunu güvenle söyleyebilirim; Şimdiki programda da başarı çizgim aynı olurdu. Başka bir şansım yatılı okumaktı.

Böylece herkes gibi benim de çalışmalarım kolaylaşıyordu. Günümüzde konservatuvarlarda yatılı eğitim uygulanmaması görme engelliler açısından önemli bir bariyerdir.

En büyük avantajım ise çok iyi arkadaşlarımın oluşuydu. Kitap okuma, nota yazma, dinletilere, opera-tiyatro temsillerine gitme ve Ankara’yı gezme gibi konulardaki isteklerimi severek yerine getirirlerdi.

Haziran 1960’ta konservatuvarı 'Pekiyi' dereceyle bitirdim ve İzmir Devlet Konservatuvarı’na 'Keman Asistanı' olarak atandım.