“Aşk nedir?” sorusuna verilen cevap hiçbir zaman aynı olmamıştır. Ulular,veliler,alimler, cahiller…herkes kendi hal dilince tarif etmiştir “Aşk”ı.
“Ben yürürüm yane yane
Aşk boyadı beni kane
Ne âkilem ne divane
Gel gör beni aşk neyledi
……
Akar sulayın çağlarım
Dertli ciğerim dağlarım
Şeyhim anuban ağlarım
Gel gör beni aşk neyledi”
….
Yunus’ un dilinden de aşk böyle dökülmüş.
Mevlâna’ya Şems, bakın neler söyletiyor:
Şems-i Tebrizi'den ayrı kalınca, gönül dostunun yokluk acısıyla, ondan haber getirenlere, hediyeler verir.
Bir gün bir sarhoş, “Şems-i Tebrizi'yi Bağdat'ta gördüm” der. Mevlana sırtındaki kaftanı çıkarır ve ona hediye eder.
Yanındakiler:
“Aman efendim, ne yaptınız? O, sarhoşun tekidir. Onun Şems-i Tebrizi'yi görmesi imkansız. Bütün gün ayyaş ayyaş dolaşır, yalan söylüyor” derler.
Mevlâna tebessüm ederek, “Biliyorum” der.
“Onun, bırakın görmeyi, Bağdat'a gidemeyeceğini bile biliyorum.
Ben o kaftanı, onun yalanına verdim.
Eğer gerçek olsaydı, canımı verirdim.”
Hazreti Mevlana’ya dair anlatılan, bir hal halidir, rivayette.
“Ben onun yalanına verdim” ifadesinde mantık aramanın mantıksızlığını her mantıklı bilir.
Aşk hususunda üzerinde ittifak edilen bir tarif var ise o da, aşkın bir “hal” olduğudur. Üzerinde ittifak edilememesinin sebebi de “hal” olmasındandır sanırım.
Hali de ancak, halden anlayanlar bileceğine göre, diğer tarifler de başkasının halini anlatma gayretinden öteye geçmeyecektir.
Hülasa, aşkın tarifini yine Hazreti Pir’in “Ol da gör” sözü en güzel şekilde ifade edecektir!
Evet, ol da gör!
Yunus gibi kah yanarsın, kah istikametini kaybedersin, kah düşer yara bere içerisinde kalırsın!
Nasıl gidersen git, yolun sonu felahtır!
Çünkü, aşkın yolu ki ,en güzele, enlerin enine, götürür aşığı!
Bilecik’teyim, Şeyh Edebali’nin dergahında yanan bir kirişin altında. Bu dergahın da bilmem hangi köşesinde bir deli oğlan, Mal Hatun’a (Malhun Hatun) kaptırmış yüreciğini!
Maşuğuna kavuşmanın şartı, Bey olmak olmuş, bu mekanın bir odasında müjde rüya ile gelmiş ve bu aşkın hikayesi, dört kıtada, 6 asır sürmüş!
Sonra 8 Ocak 1921’de, bu aşkı söndürmek için, ilk kıvılcımın düştüğü, ilk rüyanın görüldüğü bu mekana gelmişler, yakmışlar, taş taş üstünde bırakmamışlar!
“Aşk”ı öldürdük sanıp çekip gitmişler! Ama o küllerden öyle bir aşk doğmuş ki, ölen aşıkların al kanlarının üstünde! Duası, Hacı Bayramı Veli Camii’nde yapılmış ve adı:
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olmuş!
O gelenler bilememiş ki, “Aşıklar Ölmez”.