Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

Dilim lal oldu! 

Bugün bayram hem de ana sütü kadar kutsal, ana sütü kadar saf, kendi anamız kadar bizim olan bir bayram günü! 

Hem de en eski bayramlarımızdan bir bayram! 

Öyle bir bayram ki sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırlarında değil, Türk’ün olduğu her yerde kutlanması gereken bir bayram! 

Bundan tam 741 yıl önce bugün 1277 yılında ilan edilmiş bu bayram, kendinden asırlarca sonra Kırım’da Gaspıralı İsmail’in dilinde, “Dilde birlik, fikirde birlik, işte birlik” diyerek bir başka anlam bulmuş bu bayram! Öyle bir bayram ki ne kadar elzem ne kadar vazgeçilmez bayramlardan olduğunu, olması gerektiğini hep göstermeye çalışmış bizlere! 

Her şeyden önemli olduğunu, o olmazsa hiçbir şeyin olamayacağını, olunamayacağını anlatmaya çalışmış! 

Mesela millet olunamayacağını anlatmaya çalışmış! 

Bu iddiam size tuhaf gelmiş olabilir, çoğunuz da, “Amma da abartın” dedi belki ve yazımı okumaktan vazgeçmeye kalktı, ama durun bir lahza lütfen! 

Nedenini bir arz edeyim de eğer itiraz bir yana başınızı iki elinizin arasına alıp derin bir düşünceye, bir muhasebeye dalmazsanız istediğinizi yapmakta serbestsiniz! 

Bahsettiğim bayram anamızın emzirdiği süt kadar helal, saf, temiz Türkçemizin, bundan tam 741 yıl önce Karamanoğlu Mehmet Bey tarafından resmî dil olarak kabul edilişinin bayramı! “Ne yani o zamana kadar başka bir dil mi konuşuluyordu” diyenler olacaktır elbet! Millet Türkçe konuşuyordu da devlette sıkıntı vardı, sanatta edebiyatta sıkıntı vardı! İşte bundan dolayıdır ki 13 Mayıs 1277 tarihinde Karamanoğlu Mehmet Bey Türkçe’yi resmî devlet dili olarak ilan etti! 

En basit ifadeyle, millet kendi devleti ve kendi devlet adamıyla kendi diliyle konuşacak, arzuhalini kendi dilinde yapacak! 

Bütün sosyologların, tarihçilerin üzerinde ittifak ettikleri bir husus vardır ki, dil millet olabilmenin olmazsa olmazıdır! 

Bir  çok millet dilini kaybedince millet olma özelliğini de kaybedip, kendileriyle aynı soydan gelenlere kanlı bıçaklı düşman olmuştur! 

Dolayısıyla, dil mensubiyet, aidiyet duygusunun beslendiği ana sütüdür! Tıpkı insan vücudu gibi, ana sütü emen insanın bağışıklık sistemi nasıl güçlü olur ve o bünyeye her mikrop nüfuz edemezse, milletler için de dil aynıdır! 

Belki de bugün millet olarak yaşadığımız acıların temelinde aynı dili konuşamama, soyadıyla anlaşamama, anlaşamayınca da kavga etmek vardır. 

Düşünsenize toplamda milli mücadelede on bin şehit vererek vatan yaptığımız bu topraklarda, konuşamadığımız, anlaşamadığımız için bir birimizi boğazladık elli yıldır! Nihayetinde yüz bine yakın can gitti! 

Kardeş kardeşi boğazladı! 

Hala da bunca akan kana, giden cana rağmen konuşmayı beceremez haldeyiz, çünkü aidiyet, mensubiyet duygumuz bir başka ifadeyle kültürel bağışıklık sistemimiz zayıf çok zayıf, 

en ufak bir mikropta kırılıyoruz! 

Biraz önce milletlerin bağışıklık sisteminin ana sütü, dildir demiştim, millet de o besini dilden, edebiyattan alır, kültürünü besler. 

Tıpkı insan vücudu gibi emilmeyen sütün kaynağı kurur, anasını ememeyen bebek de yapma mamalarla büyütülmeye, yaşatılmaya çalışılır! 

Bakınız, bugün kitap, gazete, dergi  okuma sayımız dünyanın en geri ülkeleri seviyesinde, dünyanın en az tiyatro seyreden milletiyiz! 

Hülasa, milletimizin bağışıklık sistemini besleyecek ana kaynağımız kurumuş halde! 

Bütün olumsuzluklara rağmen üç beş inanmış insan vardı dilimizi koruma adına, canla başla uğraşan, hatta ev bark kurmayan bu mücadeleye bir ömür adayan! 

Bunlardan biri de, Mehmet Niyazi Özdemir... 

Hemen elinizdeki telefonlardan ‘Google”a girip bakmayın! 

Girin bir kitapçıya, “Çanakkale Mahşeri” isimli kitabı alın ve okuyun ya da “Oy Yemen” kitabını... 

Bu iki kitaptan sonra da günümüzde yokluğunu iliklerimize kadar hissettiğimiz geçmişteki Marmara Kıraathanesi’nin “Marmaratörler”ini anlattığı, “Deliler ve Dahiler” kitabını alın ve bu insanlar nerelerden yetişmişler, bugün neden bu insanlar yetişmiyor anlayın! 

Dün, Marmara Üniversitesi İlahiyat Camii’nden ebediyete uğurladık onu! 

Ondandır ki, benim bu bayram gününde dilim lal oldu! 

Siz en iyisi onu daha iyi  tanıyabilmek için, yine onun yazdığı ve bir nebze de olsa kendini anlattığı, “İki Dünya Arasında” romanını alıp okuyun...