Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

Ensemde dayanılmaz ağrı!

Ne zaman ki bu resmi gördüm o günden bu yana ensemde bir ağrı ile yaşamaya başladım! Bu anı yaşamadım belki, ama bu anı yaşayanlarla tanıştım, onlardan dinledim! 

Bu resim, 2 Mart 1977 yılında İstanbul’da çekilmiş, Merhum Mustafa Erol Ağabeyimin cenazesi! 

Herhangi bir Ülkücü’ye, ‘’Ülkücü kimdir’’ diye sorulsa ilk aklına gelen bu resim olur, çünkü ‘’Ülkücülük’’ adına ne varsa işte bu resimde var! 

Aidiyet... 

Gariplik... 

Vefa... 

Ülkücü hareket bu resimdeki kaderi öyle çok yaşadı ki gün geldi liderini karlı bir Nisan gününde uğurladı! 

4 Nisan 1997 yılında bendeniz de dahil kimi Ülkücüler olarak kardan borandan ulaşamadık cenazeye, baharın müjdecisi Nisan boran olmuş kesmişti yolları! 

Ankara’ya ulaşan milyonların yangınını yağan kar söndüremedi! 

Herkes oradaydı, ayrılanlar, ayrı kalanlar herkes Başbuğ’larının tabutuna omuz verebilmek için birbirlerini eziyorlardı adeta! 

Cenaze defnedildikten sonra hüngür hüngür ağlayan Muhsin Yazıcıoğlu’na bir arkadaşı ‘’Yeter Başkan ağlama!’’ dediğinde, Muhsin Yazıcıoğlu, ‘’ Sen ne diyorsun kardeş, biz anamızdan babamızdan daha çok onunla olduk! Onu baba bildik’’ deyişi Ülkücü hareketin aile bağlarını da aşan aidiyetinin bir ifadesiydi, tıpkı 2 Mart 1977’deki Mustafa Erol’un İstanbul’daki cenazesi gibi! 

Ya, 25 Nisan 2009? 

Yine bir Mart ayı ve yine yağan kar kesmişti Keş Dağı’nın yollarını! 

Keş Dağı’nın zirvesine yalın ayak aramaya çıkan Ülkücüler! Neydi, o Ülkücüleri yalın ayak Keş Dağı’na sürükleyen o duygu? 

Daha sonrasında Ankara’nın sokaklarının bile almadığı kalabalıkla, neredeyse aldığı oyların üç katı bir kalabalıkla uğurlanıyordu Muhsin Yazıcıoğlu! Ankara Tacettin Dergâhı Camii avlusunda öz kardeşini kaybetmenin acısı her halinden okunan Devlet Bahçeli! 

13 Şubat 2019! 

Ankara’daydım! 

Ankara’nın her bir sokağı seçim bürosu doluydu, her birinde de Ülkücü var! Herhangi birine uğradığında diğeri kırılacak! 

Bendeniz de herhangi birine uğramadan, dilimde Ozan Arif’in,‘’Üç gardaştık bir zamanlar üç gardaş’’ mısraları sadece iki yere uğradım: Tacettin Dergâhı Muhsin Başkan’ın ve Beştepe’de Başbuğ’un mezarlarına... 

Daha Başbuğ’un kabri başından ayrılmamıştım ki, yanımda duran bir Ülküdaşım kulağıma eğilip, ‘’Ozan Arif öldü’’ demez mi? 

Bir anda ağzım kurudu, ense köküme yine o ağrı çöktü! 

Apar topar İstanbul’a yola çıktım, dün Samsun’daki cenazeye yetişeyim diye! 

Eve geldim ve sabaha kadar enseme çöken ağrıdan uyuyamadım. Ne zaman gözümü kapatsam gözümün önüne 2 Mart 1977’deki o resim, peşinden de 4 Nisan 1997 ve 25 Mart 2009 geliyordu. 

Sabah bir haber aldım ki, Abdullah Alptekin Has’ı da kaybetmişiz! 

4 Nisan 1997’de Başbuğ’un cenazesinde, 25 Mart 2009’da yalın ayak Keş Dağ’ında olan Abdullah Alptekin Has! 

Yağan karla defnedilmiş Abdullah Alptekin Has’ın cenazesi Muş’ta! 

Ensemdeki ağrı dayanılmaz oldu çaresiz doktora gittim! 

‘’Kıpırdaman bile yasak’’ dedi, doktor! 

Tıpkı, o resmi gördüğüm andaki gibi bir köşede ensemde ağrı Arif Ağabey’in gidişini seyrettim! 

Ağladım, ağladım, ağladım! Neye mi? 

Garipliğime, garipliğimize...