Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

Hocalı ve bizim Dikran Amca!

Yaşananları ilk duyduğumda çok fazla etkilenmiştim! 

1987 yılıydı, “Kırılan Güller” isimli oyunumuzu sahnelemek üzere gittiğimiz Bayburt’ta Çoruh Nehri'nin kenarında, şimdilerde ağır bir hastalıkla pençeleşen, Sayın Naci MEMİŞ Ağabey’den, Yukarı Kırzı köyünde yaşananları ilk kez dinlediğimde çok etkilenmiştim! 

Sadece Yukarı Kırzı Köyünde mi yaşandı böyle vahşetler, böyle  katliamlar, Anadolu’nun her köşesinde hemen hemen birbirinden daha ağır katliamlar yaşandı! 

Öylesine ağır ki, yaşadıklarını sonraki nesillere edep edip anlatamadılar! 

Edepsiz, edepsizce işlediği katliamları öyle yüzsüzlükle ve edepsizce anlattı ki dünyaya, dünya edepsizi, ahlaksızı, vefasızı mazlum bildi! 

Evet, vefasız... 

Düşünün, Türk Ermeni’yi öyle kendi bilmiş ki, ona Ermeni değil, “Millet-i Sadıka” demiş de Müslüman olmadığı halde eline silah vermiş! 

Elbet yaşananlar acıydı, ama en acı olan da bu vefasızlık oldu, belki de ondan anlatılamadı yaşananlar dünyaya! 

Gerçi, her şeyi bilen dünya, gerçeği bilmiyor muydu? 

Hadi, 1915’de yapılanları biz edep edip anlatamadık da, 1992’de yapılan katliamı da mı bilmiyorlardı? 

27 yıl önce bugün, 26 Şubat 1992... 

Bu sefer de bir başka Türk vatanı, Hocalı! 

25 Şubat 1992'den itibaren Hocalı'ya üç koldan saldırıya başlayan Ermeniler, Sovyet Rus Ordusunun 366. motorize alayının bütün araçlarını kullanarak, şehri iki saat boyunca top ve tank ateşine tuttu. Saldırıdan bir gün sonra ise hafızalardan yıllarca silinmeyecek, “Hocalı Katliamı” yapıldı, 487 kişi ağır yaralıydı, 613 Azerbaycan vatandaşı katledilmişti! 

Ermenilerin, 1275 kişiyi esir aldığı Hocalı katliamında, esir alınan 150 kişiden hala haber alınamadı! 

Buyurun, neler yaşandığını edep dahilinde, ayrıntıya girmeden yüreklerin dayanacağı kadarıyla anlatmaya çalışayım. 

Hüseyinağa Guliyev, (Şimdi 53 yaşında) Hocalı’da yerli savunma alayında görev yapmış bir asker! 

 Ermenilerin saldırısına güçleri yettiğince karşılık vermeye çalışmışlar, fakat sayıları az olduğu için direnememişler, alayın neredeyse tamamı şehit düşmüş! 

Zırhlı araçtan açılan ateşle yaralanan, daha sonra esir düşen Guliyev, gördüğü işkenceleri, edebi müsaade ettiği kadarıyla bakın nasıl anlatıyor: 

“Asker olduğum için en ağır işkencelere maruz kaldım. Üstüme benzin döküp yakmak istediler. Yaralı olduğum için hatırlamıyorum. Diğer esirler zamanında müdahale edip söndürmüşler. Sorguya çekildim günlerce. Fakat ölümü göze alarak susmayı tercih ettim. İşkenceler daha da arttı. Çenemi, burnumu, bileğimi, kaburgalarımı, ayak parmaklarımı kırdılar. 'Faik' isimli bir esiri 'Karabağ Ermenilerindir' demediği için kurşun yağmuruna tuttular. Kaçmaya çalıştım fakat demir çubukla vurarak beni bayılttılar. Daha sonra beni Ermeni bir esirle değiştiler. Bizimkilerin mevzilerine kadar gidemedim, yığılıp kaldım. Öldü sanıp Ağdam morguna kaldırmışlar. Annem ve dayım cesedimi almaya geldikleri zaman sağ olduğumu farketmişler. Hemen hastaneye kaldırmışlar. 1,5 sene hastanede tedavi gördüm. O acıları hala yaşıyorum. Çok yakınımı kaybettim. 85 yaşındaki yaşlı dedem dahil amcamın ailesi hunharca katledildi!” 

Bendeniz bu yazıyı, İstanbul Ordu arası yolculuğum esnasında, uçakta yazıyorum! 

Bugün, siz bu yazıyı okurken, ben de Ordu’da yaşayan Dikran amcanın elini öpmeye gideceğim. Dikran amca, Dâhiliye Uzmanı Dr. Dikran Toraman! 

Ordu’da doğmuş, Ordu’da yaşamış... 

1957’den bu yana babasından kalan  İtimat Eczanesi üstünde muayenehanesinde şifa dağıtmakta! 

Eczanede de kızkardeşi Ardem... 

Daha dinç, daha genç olduğu yıllardan bu yana bütün şehrin sevgisini kazanmış, merhameti bol olan bir hekim olarak bilinir! 

Çünkü, Doktor Dikran fakir zengin ayırt etmeden, köy kasaba demeden kah yayan, kah atla, kah ciple evlere,  yatan hastaların ayağına kadar gitmesi,  çoğu hastasından para dahi almaması gibi üstün insanı özellikleri ile meşhur bir hekim! 

Hülasa, bu millet kötülüğü anlatmaz unutur da, iyiyi hep anlatır, asla unutmaz!