Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

“İnsan ıstırap içinde dilsizleşir” (Goethe)

Artık seninle duramam 

Bu akşam çıkar giderim 

Hesabım kalsın mahşere 

Elimi yıkar giderim 

Sen zahmet etme yerinden 

Gürültü yapmam derinden 

Parmaklarımın üzerinden 

Su gibi akar giderim 

Artık sürersin bir sefa 

Ne cismim kaldı ne cefa 

Şikayet etmem bu defa 

Dişimi sıkar giderim 

Gençliğimin en acılı şarkısıydı! 

Ayrı kampların çocuklarıydık, lakin acılar karşısında çığırışımız aynıydı! 

Ayağımıza diken batsa, elimiz ateşe değse, biri bizi dövse “ana” diyen çocuklardık biz! 

İşkencelerden çıkıp beş dakikalık görüş gününe çıktığımızda, analarımızı anaların arasından seçemezdik, analarımız birbirine öylesine benzerdi! 

Ana anadır diyerek, birbirimizin analarının ellerini öptüğümüz olmuştur, anamızın yerine! 

Kolay mı, beş dakika da anaya doymak! 

Dedim ya, gençliğimin en acılı şarkısıydı adaşım Ahmet Kaya’nın şarkısı. 

Dahası bu şarkıyı dinlemeyi yasaklardım yurdun yakınındaki lokantaya, ama gece yatağa girdiğimde arkadaşımın walkmanını alır, gizli gizli dinlerdim! 

Nedendir bilmem, uzunca bir zamandan sonra bu şarkı dolandı dilime. 

Kavgalıydık Ahmet Kaya ile, ama Çiçek Pasajı’nda masaya oturduğumuzda içimizi çeke çeke, gözlerimiz dola dola konuşacağımız, beraber ağlayacağımız dertlerimiz vardı bizim! 

Hiç unutmam, bir keresinde merhum Akif’in şiirini bestelemişti de aşağıdaki dizeleri mırıldandığında ikimizde ağlamıştık, çevredekiler hayretle bakmışlardı bize! 

“Eşele bir yerleri örten karı 

Ot değil onlar dedenin saçları 

Dinle şehit sesleridir rüzgarı 

Haydi git evladım uğurlar ola 

Haydi git evladım açıktır yolun 

Zalimlere karşı bükülmez kolun 

Bayrağı çek ön safa geçmiş bulun 

Uğurun açık olsun uğurlar ola 

Haydi levent asker uğurlar ola” 

Oy anam oyyy! 

Daha sonra geleneksel hale gelen Beyazıt Meydanı’ndaki, “Başörtüsü Eylemi” nde buluşmak üzere vedalaşmıştık! 

Ve sonra üzerine beraber ağladığımız ortak derdimizi kendince ve kendi dilinde dedi diye, çatal bıçak seslerinin arasından, şarkısında dediği gibi, “Belaya atladı” gitti! 

Şimdi, Nazımca yatıyor gurbet ellerde! 

Ne çok isterdim, Ahmet Kaya ile bu akşam Çiçek Pasajı’nda bir masada oturmayı ve CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu’na şehit yakınının vurduğu yumruğu konuşmayı... 

Neden Ahmet Kaya ile konuşmak isterdim biliyor musunuz? 

Söze, şehidimiz Yener Kırıkçı’ya atılan kurşundan başlamak isterdim de ondan! 

O kurşunu atanla, kurşunun hedefi Yener’den başlar, bitmeyen tükenmeyen, gün geçtikçe artan, tırlar dolusu arttırılan kurşunlardan devam ederdik, çünkü Ahmet Kaya, hıncını verdiği kavgayı 6. Filodan almıştı! 

Hey hat ki, bugün herkes Sayın Kılıçdaroğlu’na atılan yumruğu konuşuyor da kimse çocukluklarında mahallede beraber top oynayan Yener’le, Yener’e kurşun atanı, o atılan kurşunu vereni konuşmuyor! 

İnsan, bazen dayanamaz da yumruklayacak birilerini arar arar da... 

Allah korusun, evladının, babasının, can arkadaşının ölüm haberini aldığında, gözyaşlarını durduramaz, kelimleri yetmez halini, acısını anlatmaya! 

O anda yanıbaşında kimi bulursa yumruklamaya başlar! 

Yumruğu yiyen hiç şikayet etmez ve bir zaman sonra sarılırlar bir birine ve beraber ağlarlar! 

Ne biletim olayın gerçekleştiği yer, bir miting meydanı değil, bir çarşı pazar dolaşması da değil, bir şehit cenazesi ve Sarıgün iki yakınını şehit vermiş bir insan! 

Hani ne suçluları affeden Kılıçdaroğlu, evden çıkar çıkmaz, genel merkeze geldiğinde arasaydı Sarıgün’ü alan emniyet görevlilerini de “Ben davacı değilim! O acılı bir adam” deseydi! 

Evet deseydi kim kazanırdı? 

Bugün ülke ne konuşurdu? 

Peki sizce neden bunu yapmadı? 

Neyse, halimi Goethe en güzel şekilde ifadelendirmiş, “İnsan ıstırap içinde dilsizleşir”!